Saat gecenin geç vaktini çoktan geçmiş, sabaha dönmüştü.
Pansiyon odasının penceresinden sızan sokak lambasının cılız ışığı, masanın
üzerindeki dağınık kağıtları ve yerde duran sırt çantasını aydınlatıyordu. Elif
hala masanın başında oturuyordu ama artık defterleri okumuyordu. Bakışları
boşlukta bir noktaya kilitlenmişti. Zihninde tek bir isim dönüyordu: Dr.
Aris Thorne.
Ali'nin günlüğünün kenar boşluğuna karaladığı bu isim,
karanlığın ortasında yanıp sönen bir umut ışığı gibiydi. Yıllarını bu karmaşık,
tehlikeli araştırmaya adamış, belki de Ali'nin çalışmalarını anlayabilecek,
hatta ona yardım edebilecek biri... Emekli bir Cambridge fizikçisi. Hala
hayatta. Belki de ulaşılabilirdi.
Ama bu umut ışığı beraberinde bir yığın soruyu da
getirmişti. Bu adama nasıl ulaşacaktı? İnternette bulduğu o eski yayınlar ve
konferans bilgileri dışında hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İngiltere'de miydi
hala? Nerede yaşıyordu? Ve en önemlisi, ona nasıl güvenecekti? Ya Dr. Thorne da
"onlar"dan biriyse? Ya da Ali'ye ihanet edenlerden biriyse? Ali'nin
isminin yanına neden bir soru işareti koyduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Bu,
bir öneri miydi, yoksa bir uyarı mı?
Bu soruların cevabını burada, bu küçük pansiyon odasında
bulması mümkün değildi. Dr. Thorne'u bulmak ve onun hakkında daha fazla bilgi
edinmek uzun soluklu bir araştırmayı gerektiriyordu. Bu da zaman, kaynak ve en
önemlisi güvenlik demekti. Şu anda bunların hiçbiri Elif'te yoktu.
Yorgunluk artık dayanılmaz bir hal almıştı. Gözleri
yanıyor, başı zonkluyordu. Saatlerdir süren okuma, düşünme ve korku onu
tüketmişti. Karar vermeden önce uyuması, zihnini biraz olsun dinlendirmesi
gerekiyordu.
Ama uyumadan önce önlemlerini almalıydı. Defterler...
Onları odada bırakmak güvenli miydi? Ya o pansiyon sahibi göründüğü kadar masum
değilse? Ya "onlar" bir şekilde onu buraya kadar takip ettiyse ve o
uyurken odaya girerlerse? Paranoyakça düşüncelerdi belki ama Ali'nin başına
gelenlerden sonra hiçbir tedbir abartı sayılmazdı.
Ayağa kalktı, odanın içindeki potansiyel saklama yerlerine
baktı. Gardırop? Çok barizdi. Yatağın altı? Daha iyiydi ama yine de ilk
bakılacak yerlerden biriydi. Sonra gözü odanın köşesindeki, üzeri hafifçe
şişmiş gibi duran parke döşemesine takıldı. Eğilip yokladı. Evet, birkaç parke
tahtası diğerlerine göre daha gevşekti. Mektup açacağını kullanarak tahtaları
dikkatlice kanırttı. Altında küçük, tozlu bir boşluk vardı. Burası mükemmeldi!
Ali'nin kişisel günlüğünü, kayıt defterini, en önemli
gördüğü araştırma günlüğünü ve Neriman'a yazdığı mektubu dikkatlice bu boşluğa
yerleştirdi. Üzerlerini parke tahtalarıyla tekrar kapattı. Kendi not defterini
ve diğer daha az kritik kağıtları ise sırt çantasının en dibine yerleştirdi.
Şimdi kendini biraz daha güvende hissediyordu. En azından en değerli sırlar
kolayca bulunamayacaktı.
Kapının kilidini ve sürgüsünü tekrar kontrol etti.
Pencerenin mandalını da yokladı. Sonra kendini yatağa bıraktı. Gözlerini
kapattığında bile zihnindeki görüntüler susmadı; Sığınağın karanlığı, Ali'nin
el yazısı, Kenan'ın yüzü, o lacivert araba, Dr. Thorne'un ismi... Birbirine
karışan, rahatsız edici bir rüya girdabına çekildi. Gece boyunca defalarca
sıçrayarak uyandı; koridordan gelen bir ses, sokağın gürültüsü, hatta kendi
kalp atışı bile onu korkutmaya yetiyordu. Tam anlamıyla dinlenemese de, en azından
birkaç saatlik kesintili bir uyku uyumayı başardı.
Sabahın ilk ışıkları pencereden sızdığında, Elif kendini
daha dinlenmiş değil ama en azından biraz daha ayakta hissediyordu. Gerçeklik
tekrar tüm ağırlığıyla üzerine çöktü. Bursa'daydı, yalnızdı, peşinde kim
olduğunu bilmediği düşmanlar vardı ve elinde dünyayı değiştirebilecek (ya da
yok edebilecek) bir sır tutuyordu.
Dün geceki kararı hala geçerliydi: Buradan gitmeliydi.
Bursa'da daha fazla kalamazdı. Her geçen dakika riski artırıyordu. Dr. Thorne
hedefi hala oradaydı ama bu uzun vadeli bir plandı. Kısa vadede ihtiyacı olan
şey, daha güvenli bir yere ulaşmak, izini kaybettirmek ve kaynak bulmaktı.
Kaynak... Para. Cüzdanındaki nakit para birkaç günlük
pansiyon ve otobüs biletine ancak yetmişti. Daha fazlasına ihtiyacı vardı.
Banka hesabına erişebilirdi ama bu çok riskliydi. Elektronik işlemler takip
edilebilirdi. Belki Ayşe'den yardım isteyebilirdi ama onu da tehlikeye atmak
istemiyordu. Şimdilik nakitle idare etmesi gerekecekti.
İkinci ihtiyaç: Güvenli iletişim. Ayşe'ye attığı mesajlar
yeterli değildi. Daha güvenli bir yola ihtiyacı vardı. Belki de tek kullanımlık
bir telefon ve yeni bir SIM kart almalıydı? Böylece kendi telefonunu tamamen
kapatabilir, takip edilme riskini azaltabilirdi. Evet, bu mantıklıydı.
Ve son olarak, yeni bir rota. Nereye gidecekti? İstanbul
hala riskliydi. Belki de daha güneye, Akdeniz kıyısındaki daha turistik,
kalabalık bir şehre inmeliydi? Antalya? İzmir? Orada kalabalığa karışmak daha
kolay olabilirdi. Ya da belki de tam tersi, daha küçük, daha gözden uzak bir
Anadolu kasabası mı seçmeliydi? Karar veremiyordu. Belki de otogara gidip o
anki duruma göre karar verirdi.
Önce pansiyondan ayrılmalıydı. Eşyalarını topladı. Parkenin
altındaki defterleri çıkarıp tekrar çantasına dikkatlice yerleştirdi. Üzerini
düzeltti, bakkaldan aldığı başörtüsünü tekrar başına doladı. Aynadaki
görüntüsüne baktı. Yorgun, korkmuş ama aynı zamanda kararlı bir ifade vardı
yüzünde.
Odanın anahtarını alıp kapıyı arkasından kilitledi.
Sessizce merdivenlerden inip resepsiyona geldi. Yaşlı adam yine oradaydı,
gazetesini okuyordu. Elif anahtarı uzattı, teşekkür etti ve hızla dışarı çıktı.
Bursa sokakları Pazar sabahı olmasına rağmen hareketliydi.
İnsanlar kahvaltı için fırınlara gidiyor, dükkanlar yavaş yavaş açılıyordu.
Elif, kalabalığın arasına karıştı. İlk hedefi, tek kullanımlık telefon ve SIM
kart alabileceği bir dükkan bulmaktı. Şehir merkezindeki büyük elektronik
mağazaları yerine, daha ara sokaklardaki küçük telefoncuları tercih etti. Hem
daha az dikkat çeker hem de belki daha az soru sorarlardı.
Birkaç sokak dolaştıktan sonra aradığı gibi küçük bir
dükkan buldu. İçeri girdi. Genç bir çocuk tezgâhın arkasındaydı. Elif, en ucuz
model, basit bir telefon ve yeni bir SIM kart istediğini söyledi. Çocuk birkaç
model gösterdi. Elif en basitini seçti, parasını nakit ödedi. Çocuk hattı açıp
telefonu ona uzatırken meraklı gözlerle onu süzdü ama bir şey sormadı. Elif
teşekkür edip hızla dükkandan çıktı.
Şimdi elinde yeni bir telefon ve hat vardı. Bu ona küçük
bir hareket alanı sağlıyordu. Ayşe'yle veya belki de başka biriyle daha güvenli
bir şekilde iletişim kurabilirdi. Ama önce buradan uzaklaşmalıydı. Otogara
gitme zamanı gelmişti. Hangi şehre gideceğine orada karar verecekti. Kalabalığa
karışarak otogara doğru yürümeye başladı, sırtındaki yük ve zihnindeki
sorularla birlikte... Tehlikeli yolculuğun bir sonraki etabı başlıyordu.
''En çok okunan romanlar,yeni çıkan kitaplar 2025,pdf kitap siteleri,kitap tavsiyeleri,2025 roman önerileri,kitap blogları,kitap önerileri,kitap özetleri,roman incelemeleri,yazar biyografileri,kitap yorumları,pdf kitap indir,epub kitap indir,kitap serileri,yerli romanlar,yabancı romanlar,aşk romanları,tarihi romanlar,polisiye romanlar,bilim kurgu romanlar,dram romanları,fantastik kitaplar,e-kitap romanlar,ücretsiz roman oku''
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 35 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder