Otobüs, Bursa'nın yoğun trafiğinden sıyrılıp İzmir'e doğru
uzanan otoyola çıktığında, Elif koltuğunda biraz daha rahatlamaya çalıştı.
Başörtüsünün altından camdan dışarıyı izliyordu. Akıp giden manzara –
zeytinlikler, tarlalar, arada sırada görünen küçük köyler – bir süre sonra
monotonlaşmaya başladı. Motorun düzenli uğultusu ve tekerleklerin asfalttaki
sesi, otobüsün içini bir tür hipnotik sessizlikle doldurmuştu. Diğer yolcular
ya uyukluyor ya da kendi dünyalarına dalmış görünüyorlardı. Bu sıradanlık, Elif'in
içinde bulunduğu olağanüstü durumu daha da belirgin kılıyordu.
Saatler ilerledikçe, üzerindeki fiziksel ve zihinsel
yorgunluk kendini iyice hissettirmeye başladı. Göz kapakları ağırlaştı. Son iki
gündür yaşadığı kabus gibi olaylar, uykusuz geceler ve sürekli tetikte olma
hali onu tüketmişti. Başını cama yasladı. Bu kez direnmeyecekti, uyumaya
çalışacaktı. Belki de hareket halinde olmak, İnegöl'den ve konaktan
kilometrelerce uzakta olmak, ona sahte de olsa bir güvenlik hissi veriyordu.
Gözlerini kapattı ve kendini otobüsün ritmik sarsıntısına bırakmaya çalıştı.
Uykusu yine de derin ve dinlendirici olmadı. Kısa, kesik
anlarda daldı, ancak rüyaları yine huzursuzdu. Ali'nin Sığınağı'nın soğuk
duvarları, defterlerdeki anlaşılmaz formüller, Kenan'ın belirsiz yüzü, lacivert
arabalı adamın tehditkar duruşu... Hepsi birer karabasan gibi üzerine
çöküyordu. Ara sıra kendi kendine irkilerek uyandı, her seferinde ilk işi
kucağındaki çantayı kontrol etmek oldu. Defterler oradaydı, güvendeydi. Ama bu
güvence hissi çok kırılgandı.
Uyandığı anlarda etrafındaki yolculara belli etmemeye
çalışarak göz attı. Kimse onunla ilgileniyor gibi görünmüyordu. Zaman geçtikçe,
otobüsteki diğer yüzler de sıradanlaşmaya başlamıştı. Belki de gerçekten takip
edilmiyordu? Belki de "onlar" henüz onun izini bulamamıştı? Bu
düşünce küçük bir umut kıvılcımı yaratsa da, Elif hala tedbiri elden
bırakmıyordu.
Yolculuğun ortalarına doğru, cebindeki yeni telefonu
hatırladı. Çantasından dikkatlice çıkardı. Basit, ucuz bir modeldi ama işini
görürdü. Yeni SIM kartı takmıştı ama henüz aktive etmemişti veya kimseyi
aramamıştı. Şimdi denemeli miydi? Belki Ayşe'ye daha detaylı bir mesaj
atabilirdi? Ya da Dr. Aris Thorne hakkında internette daha fazla bilgi
arayabilirdi?
Telefonu açtı. Sinyal gücü fena değildi. Önce internet
paketini kullanarak çok dikkatli bir arama yapmayı denedi. Genel arama
motorları yerine, daha az bilinen, belki de daha az iz bırakan bir arama motoru
kullandı. "Aris Thorne physicist contact" gibi anahtar kelimelerle
arama yaptı. Karşısına yine eski yayınlar, konferans bilgileri çıktı. Güncel
bir iletişim bilgisi veya kişisel bir web sitesi bulamadı. Adam ya gerçekten
inzivaya çekilmişti ya da dijital dünyada iz bırakmamaya özen gösteriyordu. Bu,
ona ulaşmayı daha da zorlaştıracaktı.
Sonra Ayşe'yi düşündü. Ona ne yazabilirdi? "Bursa'dan
kaçtım, İzmir'e gidiyorum, peşimde tehlikeli adamlar var, elimde dünyayı
değiştirebilecek sırlar var..." Hayır, bu çok fazlaydı, çok riskliydi.
Şimdilik sadece güvende olduğunu ve uygun bir zamanda arayacağını belirten kısa
bir mesaj daha göndermeye karar verdi. Ama mesajı yazarken bile tereddüt etti.
Ya bu telefon da dinleniyorsa? Ya Ayşe'ye attığı mesajlar onu tehlikeye
atıyorsa? Telefonu kapatıp tekrar çantasına koydu. İletişim kurmak için daha
güvenli bir yol bulmalıydı. Belki İzmir'de bir internet kafe bulup şifreli bir
e-posta gönderebilirdi? Bu daha güvenli olabilirdi.
Zaman ilerledikçe otobüsün camından görünen manzara
değişmeye başladı. Yeşil ovaların yerini daha kayalık tepeler, makilik alanlar
aldı. Hava daha sıcak ve nemli gibiydi. Trafik tekrar yoğunlaşmaya başladı. Yol
kenarındaki tabelalarda İzmir'e kalan mesafe azalıyordu. Ege'ye
yaklaşıyorlardı. İzmir... Yeni bir şehir, yeni bir başlangıç olabilir miydi?
Yoksa sadece tehlikenin yeni bir perdesi mi açılıyordu?
Nihayet otobüs yavaşladı ve İzmir Otogarı'nın devasa
kompleksine girdi. Burası Bursa otogarından bile daha büyük ve daha kaotik
görünüyordu. Onlarca peron, yüzlerce insan, sürekli yapılan anonslar,
satıcıların bağırışları... Elif, bu kalabalığın içinde kendini hem daha güvende
(kaybolmak kolaydı) hem de daha fazla tehdit altında (tehlike her yerden
gelebilirdi) hissetti.
Otobüs perona yanaşıp durduğunda, Elif yine hemen kalkmadı.
Diğer yolcuların inmesini bekledi, sonra sırt çantasını sıkıca kavrayarak
kalabalığın arasına karıştı. Otogarın serin, klimalı terminal binasına girdi.
Şimdi ne yapacaktı? İlk iş, buradan çıkıp kalacak bir yer bulmaktı. Ama nereye
gitmeliydi? İzmir'i hiç bilmiyordu. Otogarın içindeki haritalara veya danışma
noktalarına bakmak istemiyordu. Belki de şehir merkezine giden bir otobüse veya
metroya (İZBAN) binip orada daha sakin bir bölge aramalıydı. Basmane bölgesi
aklına geldi. Eskiden okuduğu romanlarda veya duyduğu hikayelerde adı geçen,
tarihi ama aynı zamanda uygun fiyatlı otellerin ve pansiyonların olduğu bir
yerdi. Evet, Basmane iyi bir hedef olabilirdi.
Otogarın alt katındaki İZBAN istasyonuna veya ESHOT otobüs
duraklarına yönlendiren tabelaları takip etti. Kısa bir yürüyüşün ardından
kendini yerel ulaşım hatlarının olduğu bölümde buldu. Birkaç kişiye sorarak
Basmane'ye giden bir otobüs hattını öğrendi. Durağa gidip otobüsü beklemeye
başladı.
Beklerken etrafını dikkatle süzüyordu. Otogarın ana
terminal binasına göre burası biraz daha sakindi ama yine de tetikteydi.
Yanında duran insanlar, karşıdan gelenler... Herkese şüpheyle bakıyordu.
Neyse ki otobüs çok gecikmeden geldi. İçerisi kalabalık
değildi. Boş bir koltuğa oturdu. Otobüs hareket edip otogardan ayrılırken, Elif
yeni bir şehirde olmanın getirdiği o tuhaf hissi yaşadı. Bilinmezlik hem
korkutucu hem de bir yanıyla özgürleştiriciydi. Burada onu kimse tanımıyordu.
Geçmişini geride bırakabilir miydi? Ya da geçmişi onu buraya kadar takip edecek
miydi?
Otobüs şehrin içinden geçerek ilerlerken, Elif camdan
dışarıyı izledi. Palmiyeler, geniş bulvarlar, tarihi binalar ve modern yapılar
iç içeydi. Deniz kokusu henüz gelmiyordu ama Ege'nin o kendine özgü atmosferi
hissediliyordu. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra şoförün
"Basmane!" anonsuyla irkildi. İşte gelmişti.
Otobüsten indiğinde kendini hareketli bir meydanın
kenarında buldu. Etrafta eski oteller, lokantalar, dükkanlar vardı. Hava
sıcaktı. Elif, bir an için nereye gideceğini bilemeden duraksadı. Sonra kendine
geldi. Bir pansiyon bulmalıydı. Meydandan ayrılıp daha sakin görünen ara
sokaklara daldı.
Tıpkı Bursa'daki gibi, temiz ama mütevazı, göze batmayan
bir yer arıyordu. Birkaç sokak dolaştıktan sonra aradığını buldu; küçük,
"Ege Pansiyon" yazılı bir tabela. Derin bir nefes aldı ve içeri
girdi. Yeni bir şehirde, yeni bir geçici sığınakta, mücadelesinin bir sonraki
perdesi başlamak üzereydi.
''En çok okunan romanlar,yeni çıkan kitaplar 2025,pdf kitap siteleri,kitap tavsiyeleri,2025 roman önerileri,kitap blogları,kitap önerileri,kitap özetleri,roman incelemeleri,yazar biyografileri,kitap yorumları,pdf kitap indir,epub kitap indir,kitap serileri,yerli romanlar,yabancı romanlar,aşk romanları,tarihi romanlar,polisiye romanlar,bilim kurgu romanlar,dram romanları,fantastik kitaplar,e-kitap romanlar,ücretsiz roman oku''
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 37 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder