✦✦✦ Dijital Yazıların ve Romanların Yeni Sayfası www.ebooksun.blogspot.com 'un Katkılarıyla Hazırlanmıştır ✦✦✦ Aşk Romanları, Tarihi Romanlar, Kitap Önerileri, PDF Kitaplar, 2025 Kitapları, Roman İncelemeleri, Ücretsiz Kitaplar, En Çok OkunanlarEn Çok Okunan Romanlar, Yeni Çıkan Kitaplar 2025, PDF Kitap Siteleri, Kitap Tavsiyeleri, 2025 Roman Önerileri, Kitap Blogları, Kitap Özetleri, Yazar Biyografileri, Kitap Yorumları, PDF Kitap İndir, ePub Kitap İndir, Kitap Serileri, Yerli Romanlar, Yabancı Romanlar, Polisiye Romanlar, Bilim Kurgu Romanlar, Dram Romanları, Fantastik Kitaplar, E-Kitap Romanlar, Ücretsiz Roman Oku

Translate

📚 Zeki Güneş Romanları – Destansı Anlatılar, Derin Karakterler, Unutulmaz Hikâyeler Türk edebiyatına gönül vermiş bir yazar olarak dijital ortamda yazdığım romanlar; tarih, aşk, ihanet, kahramanlık ve insanın iç yolculuğu gibi evrensel temaları işler. Her satırda okuru geçmişe götüren bir iz, her paragrafta geleceğe seslenen bir umut gizlidir.

Romanlarımda işlediğim temel konular:

🏹 Tarihi Türk Destanları

💔 Aşk, Sadakat ve İhanet

⚔️ Savaş ve Barış Arasında Kalmak

🧠 İçsel Yolculuk ve Bilgelik

🌌 Mistik Anlatılar ve Evrensel Kodlar

📜 Töre, Kut, Yemin ve Göçebe Kültürü
Kutlu Yeminler, Sadakat ve İhanet, Gölgelerin Fısıltısı, Güneşin Sırlı Çağrısı, Formülün Ardındaki Evren gibi özgün romanlarımda; okuyucuyu sadece bir olay örgüsüne değil, derin düşünsel ve duygusal katmanlara da davet ediyorum.
Her bölüm, özenle işlenmiş bir yapboz parçası gibi kurgulanmıştır. Sade ama etkileyici bir dil kullanarak herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği anlatılar sunmayı hedefliyorum.

📖 Dijital Ortamda Yazdığım romanlar hakkında daha fazla bilgi edinmek ve tüm bölümlere ulaşmak için blog menüsünü kullanabilirsiniz.

✍️ Yazar: Zeki Güneş – Kelimelerle Kurulan Dünyaların Yolcusu Ben Zeki Güneş. Dijital ortamda yalnızca hikâyeler değil, zamanın ruhunu da yakalamaya çalışan bir yolcuyum. Yazarlık benim için bir meslek değil; bir mücadele, bir dua, bir kutlu yürüyüştür.

📍 Türkiye’nin köklü kültüründen beslenen bir yazar olarak, eserlerimde hem tarihi temalara hem de çağdaş insanın ruhsal bunalımlarına yer veriyorum. Her romanım, insana dair temel sorulara cevap arayan bir keşif yolculuğudur.

🎯 Yazar Olarak Hedefim: Türk edebiyatında özgün ve kalıcı eserler bırakmakOkuyucunun sadece gözünü değil, kalbini de doyurmakTarihi, matematiği, bilimi ve aşkı bir potada eriterek anlamlı hikâyeler kurmak

📚 Öne Çıkan Romanlarım: Kutlu Yeminler – Son Çağrılar: Oğuz ruhunu yeniden dirilten destansı anlatı Sadakat ve İhanet: Aşk ile ihaneti aynı çizgide buluşturan dramatik roman Güneşin Sırlı Çağrısı: Antik Mısır’dan yıldızlar arası yolculuğa uzanan bir keşif Formülün Ardındaki Evren: Matematiğin insan ruhuna açılan kapısı Gölgelerin Fısıltısı: Sessiz kalmışların ve unutulmuşların iç sesi

🖋️ Yazmak benim için; geçmişe saygı, bugüne tanıklık, geleceğe mirastır. Her kelimede inanç, her cümlede emek vardır. Bu yolda bana eşlik ettiğiniz için minnettarım.Romanları Reklamsız PDF olarak Satın Almak İsteyen Arkadaşlar guneszeki53@gmail.com adresinden bana ulaşabilirler

 



 





150 Bölümlük 312 Sayfalık Ormanın Sırlarına Yolculuk PDF Olarak 220 tl 16 Bölümlük 127 Sayfalık Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 200 tl 19 Bölüm 112 Sayfalık Aşk ve Tehlike 200 tl 42 Bölüm 158 Sayfalık Aşkın Son Perdesi 210 tl ***guneszeki53@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz***

30 Eylül 2025 Salı

Ormanın Sırlarına Yolculuk 52. Bölüm – Zamanın Kırıldığı Yer

Gecenin örtüsü, ormanın kadim yapraklarına ağır bir sessizlik bırakmıştı. Ay, sislerin ardında silik bir hayalet gibi süzülürken, dalların arasında uğuldayan rüzgâr, adeta eski zamanların fısıltılarını taşıyordu. Lora, Elvan ve Yüce Meşe’nin koruyucusu Arkaan, Zaman Kavsi adı verilen büyülü açıklığın kıyısında durmuş, derin bir sessizlik içinde toprağın nabzını dinliyorlardı. Her şeyin bambaşka bir ritimde attığı bu bölge, ormanın sırlarının da kalbi sayılıyordu. Burası, zamanın kıvrıldığı, anıların taşlara kazındığı, geçmişin gelecek ile çarpıştığı yerdi.

Arkaan, uzun beyaz saçlarını ensesinde toplarken yere diz çöktü. “Burada zaman çizgisi sabit değildir,” dedi kısık bir sesle. “Geçmişin yankılarıyla yüzleşmeden, geleceğin kapısını aralayamazsınız.”

Lora, titreyen elleriyle göğsündeki taş muskasını kavradı. Kalbindeki titreşim bu bölgeye yaklaştıkça daha da yoğunlaşmış, içindeki zaman yankılarıyla senkronize olmuş gibiydi. “Beni çağıran neydi?” diye fısıldadı. Elvan, gözlerini kısıp sisin içinden görünmeyen bir varlığı ararcasına baktı.

Toprak çatladı. Hafif bir sarsıntıyla birlikte açıklığın ortasında spiral şekilde dönen taş sütunlar yerin altından yükseldi. Her biri farklı sembollerle işlenmişti: ateşin kıvrımı, suyun döngüsü, havanın çarkı ve toprağın sırrı. Arkaan ayağa kalktı ve Lora’ya döndü. “Şimdi karar anı,” dedi. “Kendi geçmişinle yüzleşmeden ormanın sırları sana açılmaz. Bu sütunların her biri bir zaman kapısıdır. İçlerinden yalnız biri senin yolundur.”

Elvan öne atıldı. “Peki ya yanlış kapı seçilirse?” Arkaan’ın yüzü gölgeler arasında kasvetle burkuldu. “Yanlış zaman seni ya geçmişte bir anıya hapseder, ya da gelecekte silik bir hayal gibi savurur.”

Lora bir adım attı. İçinde bastıramadığı bir dürtü, bir tür sezgisel yönlendirme vardı. Elini, üzerinde sönükçe parlayan bir ay sembolü olan taşa uzattı. Tam temas ettiği anda görüntü değişti. Sütunun yüzeyi dalgalandı, sonra bir ayna gibi parladı. Lora’nın gözleri içine çekildiği andan itibaren boşluğa düştü…

Kendini bir dağ köyünün içinde, sabah sisiyle örtülü bir vadide buldu. Ama bu bir anı değildi sadece, aynı zamanda bir gerçeklikti. Etrafta tanıdık yüzler, ama daha genç halleri vardı. Özellikle biri… annesinin genç hali. Lora gözleri dolarak ona yaklaştı. Kadın hiçbir şey fark etmemiş gibi sabah çamaşırlarını seriyordu.

“Anne?” diye fısıldadı. Kadın, bir an duraksadı ama cevap vermedi. O sadece bir anıydı; zamanın arşivindeki bir yankı… Lora diz çöktü, gözyaşları toprağa karıştı. Aradığı yanıt, geçmişin acısında gizliydi.

O sırada açıklığın dışında Elvan ve Arkaan, Lora’nın vücudunun etrafında bir tür zaman aurasının oluştuğunu fark ettiler. Arkaan, acil bir tonda konuştu: “Zihin geçmişe çekildiğinde, bedeni burada kalır. Ama uzun süre geç kalırsa, geri dönüş imkânsız olur.”

Elvan’ın kalbi sıkıştı. “Onu nasıl geri getireceğiz?”

“Ya içindeki zamanı tanır ve kendi çıkışını bulur ya da sonsuza dek geçmişte yankılanır…”

Lora geçmişin içinden, kendi küçük çocuk halini izledi. O eski, kırık oyuncak ayısını kucaklayan minik eller… O an, neden o ayının onun için bu kadar kıymetli olduğunu anladı. Oyuncak, annesinin son hediyesiydi. Ve tam o anda, gerçeklik yeniden büküldü. Anılar mozaik gibi dağılmaya başladı. Lora’nın zihni toparlandı.

“Ben buraya ait değilim,” dedi kendine. “Ama bu anıları sevmek, onlara tutunmak da suç değil.”

Bu fark edişle birlikte, bulunduğu zaman dilimi çatladı. Zaman kavsi yeniden dalgalandı. Taş sütunlar sarsıldı. Lora’nın bedeni bir anda ışıkla parladı ve açıklığın merkezine geri döndü. Gözlerini açtığında, Arkaan ve Elvan’ın bakışlarıyla karşılaştı.

Arkaan başını salladı. “Zaman seni tanıdı. Ve sen artık sırların bir parçasısın.”

Lora ayağa kalktı. İçindeki boşluk dolmuş, geçmişle olan yarası bir anlamda kabuk bağlamıştı. Artık geçmişin yükünü taşımıyor, onun bilgeliğini yanında taşıyordu.

Ama tam o anda, açıklığın kenarındaki taşlardan biri çatladı ve içinden gölgeli bir figür süzüldü. Ne Arkaan ne Elvan bu varlığı daha önce görmemişti. Arkaan’ın sesi titredi: “Bu… mümkün değildi…”

Lora gözlerini kıstı. Gölgeli figür, bir zaman sapmasının sonucu muydu, yoksa geçmişin bedeli mi?

Bölüm, karanlığın içinden gelen bu yeni tehdidin gölgesinde sona ererken, ormanın sırlarının yalnızca güzellik ve bilgelik değil, aynı zamanda derin tehlikeler de barındırdığı bir kez daha ortaya çıktı.

Ormanın Sırlarına Yolculuk 51. Bölüm – Ay Işığının Altında Gizlenen Gerçek

Gece, ormanın kalbinde kendine has bir sessizlikle hüküm sürüyordu. Ay, gökyüzünde parlak bir gümüş tepsi gibi yükselmiş, yaprakların arasından süzülen ışığıyla zemine gizemli desenler çiziyordu.

Rüzgar, ağaçların dallarına fısıldıyor, uzaklardan gelen baykuş sesleri geceye anlam katıyordu. Nil, küçük kamp ateşinin başında oturmuş, ellerini ısıtırken bir yandan da defterine notlar alıyordu. Bu ormanın sırları, her geçen gün daha karmaşık ama bir o kadar da büyüleyici hale geliyordu.

Derin, birkaç metre ötede çadırları kontrol ediyor, malzemelerin güvenli olduğundan emin olmaya çalışıyordu. Geçmişte yaşadıkları beklenmedik olaylardan sonra temkinli davranmak zorunda kalmışlardı. Artık her gece, yeni bir bilinmezliğe uyanabileceklerini biliyorlardı.

Tam o anda, ağaçların arasından gelen yumuşak bir tıkırtı duyuldu. Nil başını kaldırdı. Derin de hemen el fenerini kaptı ve sesi takip etmeye başladı. Ancak gördükleri, onları şaşkına çevirdi: Beyaz tüylerle kaplı, kocaman gözleri olan bir baykuş, sessizce bir dala konmuş, doğrudan Nil'e bakıyordu.

Bu baykuşu daha önce de görmüşlerdi. Eski efsanelere göre bu kuş, ormanın en eski bekçilerinden biriydi ve yalnızca doğru yolda olanlara yol gösterirdi. Nil, defterini kapattı, derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. İçinde bir his, bu gece bir şeylerin değişeceğini fısıldıyordu.

Derin, baykuşa doğru bir adım attı. Ama kuş, hızla kanat çırparak daha derinlere doğru uçmaya başladı. Nil, “Peşinden gitmeliyiz!” dedi heyecanla. Derin önce tereddüt etti ama sonra başını sallayarak Nil’in peşine takıldı.

Ay ışığı altında başlayan bu takip, ormanın içine doğru uzanan taş bir patikaya ulaştı. Bu patika daha önce hiç fark edilmemişti. Yosun tutmuş taşlarla döşenmişti ve sanki yüzyıllardır kimse adım atmamış gibiydi. Baykuş, yolun sonunda bir taş sütunun üstüne kondu ve orada hareketsizce bekledi.

Sütunun üzerindeki semboller dikkatlerini çekti. Derin, cebinden küçük bir el feneri çıkardı ve yazıtları inceledi. "Bu… bu, Kadim Koruyucular’ın dili!" dedi şaşkınlıkla. Nil de hemen not defterini açtı, geçmişte yaptığı çevirilere göz attı. Yazıtlar, gizli bir kapının varlığından söz ediyordu.

Derin, sütunun üzerindeki simgeyi bastırdığında yer hafifçe titredi. Hemen önlerinde, yere paralel duran yosunlu taşlar bir anda içeri doğru kaymaya başladı ve bir geçit açıldı. Alttan yükselen serin hava, eski zamanlara ait bir dokunuş gibiydi.

Nil ve Derin, başlarını birbirine çevirdi. Ne bir kelimeye gerek vardı, ne de tereddüde. Fenerlerini yakarak geçide adım attılar. İçerisi, toprak kokusunun ağır bastığı bir tüneldi. Duvarlarda eski yazıtlar, semboller ve taş oyuklar vardı. Bazı taşlar yerinden oynamıştı, bazılarıysa hâlâ korunuyordu.

İlerledikçe, duvarlarda çizilmiş bir hikâye ortaya çıkmaya başladı. Ormanın geçmişi, koruyucuların görevi, ve insanlarla kurdukları denge bu duvarlara işlenmişti. Nil, "Bak! Buradaki figür, ormanda gördüğümüz tapınağı andırıyor," dedi. Derin başını salladı, "Bu ormanın kendine ait bir hafızası var, ve biz onu keşfetmeye çok yaklaştık."

Tünelin sonunda büyükçe bir oda vardı. Tavandan sarkan kristaller, fenerin ışığıyla dans ederken tüm odayı loş ama büyülü bir aydınlığa kavuşturuyordu. Ortada dairesel bir taş masa vardı. Masanın üzerinde, ortası boş bir daireyi andıran bir şekil oyulmuştu.

Nil, sırt çantasından o gizemli halkayı çıkardı. Onu buraya yerleştirdiklerinde taş masa birdenbire dönmeye başladı. Duvarlardan gelen mekanik sesler eşliğinde oda yavaşça yükseliyor gibiydi. Evet, gerçekten de yer altındaki mekanizma çalışmaya başlamıştı.

Odanın yükselmesiyle birlikte yukarıda farklı bir açıklık belirdi. Gökten içeriye dolan ay ışığı, taş masanın ortasında bir parıltı yarattı. Ve o parıltının içinden, küçük bir figür ortaya çıktı. Gövdesi insan, başı kuş şeklindeydi. Efsanelerde adı geçen Anlatıcı Ruh’un ta kendisiydi.

Figür yavaşça konuşmaya başladı. Ses titreşimler şeklinde yayıldı, ancak Nil ve Derin onu kalplerinde duyuyorlardı. “Orman sizi seçti,” diyordu. “Sırları öğrenmeye hazır olduğunuz için bu kapı açıldı. Ama her bilginin bir bedeli vardır. Sırra sadakat, hafızaya sadakatle mümkündür.”

O an, Nil’in gözleri doldu. Yıllardır aradığı anlam, işte burada karşısındaydı. Derin, Nil’in elini tuttu. Artık sadece doğayı korumak için değil, ormanın ruhunu anlamak için de burada olduklarını biliyorlardı.

Ay ışığı, yavaşça bulutların arkasına saklandı. Figür, geldiği ışık huzmesiyle birlikte kayboldu. Oda eski haline döndü. Taş masa durdu, mekanizma sustu, ama Nil ve Derin’in içinde yankılanan o ses sonsuza kadar yer etti.

Artık ormanın bir parçası olmuşlardı.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 52.bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk 52. Bölüm – Zamanın Kırıldığı Yer

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 50: Sonsuzluğun Kapısında


Güneşin ilk ışıkları ormanın derinliklerine henüz sızmamışken, yapraklar arasından geçen sabah rüzgârı, toprağın ve yosunların iç içe geçmiş kokusunu taşıyordu. Üç yolcu – Elvan, Arin ve Kora – mağaranın karanlık dehlizlerinden geçerek yeniden ormanın kalbine doğru ilerliyordu. Dün gece yaşadıkları gizemli rüyalar, onları hem şaşkın hem de temkinli bir hâle getirmişti. Her biri, rüyasında farklı bir mesaj almış, farklı bir gelecek görmüştü. Ama bir tek konuda birleşiyorlardı: Hepsi aynı yere yönlendirilmişti Sonsuzluk Kapısı.

Arin, omzundaki eski parşömeni çıkarıp dikkatle açtı. Üzerindeki semboller artık daha net görünüyordu. Sanki parşömen, ormanın bilgeliğiyle zamanla konuşmuş, anlamlarını yavaş yavaş açığa vurmuştu. Elvan, sembollere dokununca gözleri bir anlık puslu bir ışıkla parladı ve dudaklarından kendiliğinden dökülen kelimeler duyuldu: “Zaman, halkaların içinden geçerken bükülür. Ama yalnızca kalbi arınmış olanlar onun sonuna ulaşabilir.” Bu sözler, parşömende yazmıyordu ama sanki oradan doğmuştu.

Ormanın içi, sessizliğiyle başka bir dünya gibiydi. Ağaçlar, her biri başka bir hafıza gibi yükselmiş, dallarında geçmişin yankılarını taşıyordu. Kuş sesleri bile bu bölümde farklıydı; kısa, kesik ve dikkatli. Kora, gözlerini gökyüzüne kaldırarak mırıldandı: “Burası, anlatılanların ötesinde bir alan. Ormanın kalbi değil, ruhu burası.”

Yol boyunca yere gömülmüş taş plakalar ve yosunlarla örtülü figürinler belirmeye başladı. Her bir figür, eski halkların burada bir zamanlar yaşadığına dair sessiz tanıklardı. Arin, bir tanesini temizleyince altında şu yazıyı gördü: “İçine bak. Dışarıdan geçen zaman seni kandırmasın.” Elvan, başını çevirip ona baktı: “Belki de bu yolculuk, dışımızdan çok içimizeydi hep.”

İlerledikçe ormanın enerjisi değişti. Ağaçlar seyrekleşiyor, toprağın rengi açılıyordu. Güneşin ışıkları bu alana daha yoğun ulaşıyor, atmosfer sanki farklı bir boyuta geçilmiş hissi veriyordu. Tam önlerinde yükselen dev bir kaya bloğu, üzerindeki yarıklarla birlikte bir kapıyı andırıyordu. Elvan yaklaşarak elini oyar gibi duran boşluğa yerleştirdi. Taş titredi. Hafif bir sarsıntı ile birlikte, kayanın orta kısmı döndü ve içeriye doğru bir geçit açıldı.

Kapının ardında parlak, sarımsı bir ışık vardı. Ancak gözleri kamaştıran bu ışık, güneşin değil başka bir kaynağın ışıltısıydı. Arin tereddüt etti. “Burası geri dönüşün olmadığı yer olabilir,” dedi. Kora gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, sonra fısıltıyla cevapladı: “Ama gerçek nehir, bu noktadan sonra akıyor olabilir.”

Üçü de geçidin eşiğinde durdu. Elvan, ilk adımı atarak içeriye girdi. Onu Arin takip etti, sonra Kora. İçeri girdiklerinde kendilerini yıldızlarla bezeli, sonsuz gibi görünen bir boşlukta buldular. Ayaklarının altında zemin yoktu ama düşmüyorlardı. Gövdeleri hafif, zihinleri berraktı. Işık, hem önlerinden hem içlerinden akıyordu. Burada zaman durmamıştı; anlamını yitirmişti.

Birden karşılarında bir figür belirdi. Ne kadın ne erkekti, ne genç ne yaşlı. Gözleri yoktu ama bakıyordu. Dudakları oynamadı ama sesi duyuldu: “Ormanın sırrını arayanlar, kendi karanlıklarıyla yüzleşmeden geçemez. Siz, kendi geçmişinizi ardınızda bırakabildiniz mi?”

Bu soru Elvan’ı sarstı. Çocukluğunda annesinin kaybolduğu orman kenarını, Arin ise ilk ihanetini, Kora ise tüm klanını arkasında bıraktığı anı hatırladı. Her biri sessizce gözlerini kapadı. İçlerinden gelen bir sıcaklık, acıları yumuşattı. Gözlerini tekrar açtıklarında figür gülümsüyordu.

“Geçtiniz.”

Işık daha da yoğunlaştı. Sonrasında, üçü de kendilerini bir açıklıkta buldu. Her şey daha parlak, daha huzurluydu. Kuş sesleri daha melodikti, rüzgâr tenlerine dokunur gibi değil, içlerine işler gibiydi. Bu açıklığın ortasında bir göl vardı. Göle bakan bir ağacın altında yaşlı bir kadın oturuyordu. Elinde eğri bir baston, gözlerinde sonsuz bir bilgelik…

Elvan yaklaştığında kadın başını kaldırdı ve dedi ki:
“Burası Son Durak değil. Gerçek başlangıç, buradan sonra başlar. Ormanın sırrını artık taşıyorsunuz. Ama sır, paylaşıldıkça yaşam olur. Şimdi dönün ve anlatın.”

Arin, Kora ve Elvan birbirlerine baktılar. Sanki bu yolculuk, baştan beri onların kaderiydi. Orman artık yalnızca bir yer değil, bir yoldaş olmuştu. Ve her biri kendi içindeki ormanı bulmuştu.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 51.bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk 51. Bölüm – Ay Işığının Altında Gizlenen Gerçek

28 Eylül 2025 Pazar

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 49: Gölgeye Düşen Işık


Karanlık çökmeye başladığında, ormanın derinliklerinden gelen uğultular daha da belirginleşti. Ağaçların arasında yankılanan fısıltılar, sanki gizli bir dili konuşuyordu. Aras, sırtındaki deri çantasını düzeltti ve önünde yürüyen Lena’nın adımlarına ayak uydurdu. Her ikisinin de yüzünde, hem tedirginlik hem de kararlılık vardı; çünkü bu kez vardıkları yer, efsanelerin bile çekinerek bahsettiği “Gölge Girdabı”ydı.

Sarp kayalıkların dibinde gizlenen bu alan, ormanın en kadim sırlarının korunduğu yer olarak bilinirdi. Lena, elindeki eski papirüse son kez göz gezdirdi. Yazılar silikleşmiş, kenarları neredeyse toz olup gitmek üzereydi. Fakat merkezdeki işaret hâlâ netti: iç içe geçmiş üç daire, ortasında göz şeklinde bir sembolle birlikte.

“Hemen burası,” dedi Lena, sesi fısıltıya yakın ama bir o kadar da netti. Aras başını salladı, dikkatle çevreyi taradı. Gökyüzünü göremedikleri bu noktada zaman kavramı tamamen yok olmuş gibiydi. Ağaç dalları, gövdeyi sarmış sarmaşıklarla birlikte göğe doğru uzanıyor, aralarından sızan loş ışık bile varlıklarını silik gösteriyordu.

Birkaç adım attıklarında, toprak zeminde çatlaklarla kaplı bir taş levhayı fark ettiler. Lena eğilip elini taşın üzerine koyduğunda, bir titreşim hissetti. Ardından taşın üzerindeki çatlaklardan incecik, solgun mavi bir ışık sızmaya başladı. Lena, hızlıca günlüğünden bir not çıkardı:

“Gölge Girdabı’nın kilidi, yalnızca iki ruhun birlikteliğiyle açılır. Kalpleri ışıkla mühürlenmiş olanlar geçebilir.”

Aras, Lena’nın gözlerine baktı. Aralarındaki bağ artık sadece dostluktan ibaret değildi; yaşadıkları tehlikeler, paylaştıkları sırlar ve birbirlerine duydukları güven, onları görünmeyen bir bağla birbirine kenetlemişti. Elini uzattı, Lena da kendi elini onunkinin üzerine koydu. Taş levha bir anda titredi, ardından gürültülü bir şekilde ikiye ayrıldı. Altından, toprakla kaplı spiral bir merdiven açığa çıktı.

Aşağı inmeye başladıklarında, hava giderek yoğunlaştı. Her basamak, geçmişe açılan bir kapı gibiydi. Duvarlar, eski sembollerle kaplıydı. Lena parmaklarını taşlara sürdükçe, semboller aniden parlamaya başladı. Bu parıltılar arasında, birdenbire kadim bir ses yankılandı:

“Geçmişin hatası, geleceğin anahtarıdır. Gölgede kalan, ışığı bulmak için fedakârlık ister.”

Bu sözler Aras’ı derinden sarstı. Aklına çocukken kaybettiği kardeşi geldi. Belki de bu yolculuk, sadece bir sır peşinde değildi; aynı zamanda onun için bir arınmaydı. Lena ise gözlerini kapattı, annesinin ormanın sınırında fısıldadığı son sözleri hatırladı: “Gölge seni çağırırsa, geri dönmeyi değil, dönüşmeyi seç.”

Merdivenin sonunda geniş bir oda vardı. Ortasında yükselen taş bir sütun, üzerinde ise bir küre duruyordu. Küre, kendi ekseni etrafında yavaşça dönüyordu ve içinde galaksiler gibi dönen ışık halkaları görünüyordu. Lena yaklaştığında kürenin sesi zihninde yankılandı:

“Her sır, bir bedel ister. Her ışık, bir gölgeyle dengelenir.”

Aras, tereddütle etrafa bakındı. Oda bir anda titredi. Duvarlardan gölgeler sızmaya başladı. Bir siluet, sütunun arkasında belirdi. Yüzü görünmüyordu ama sesi yankılandı:

“Kim olduğunu hatırla, Aras. Ve neden bu yolculuğa başladığını...”

Lena korkuyla Aras’a döndü. Aras’ın gözleri donuktu. Gölge ona geçmişini göstermeye başlamıştı. Kardeşini kaybettiği an, yalnız kaldığı çocukluk yılları ve içindeki suçluluk... Aras dizlerinin üzerine çöktü. Lena hemen yanına gitti, ellerini omuzlarına koyarak onu sarstı.

“Burada kaybolamazsın, Aras! Biz birlikte geldik, birlikte çıkacağız!”

Küre bir anda parladı. Lena’nın sözleri, Aras’ın zihninde bir çığlık gibi yankılandı. Gözleri yeniden odaklandı. Ayağa kalktı ve gölgeye doğru yürüdü.

“Sana boyun eğmeyeceğim,” dedi kararlı bir sesle. “Karanlık geçmişim olabilir ama geleceğimi ben seçeceğim.”

Siluet sarsıldı, ardından bir duman bulutuna dönüşerek yok oldu. Küre, daha da hızlanarak dönmeye başladı. Sonra ani bir duruşla tüm oda bembeyaz bir ışığa boğuldu.

Gözlerini yeniden açtıklarında, ormanın kenarındaydılar. Ama her şey değişmişti. Ağaçlar farklıydı, gökyüzü çok daha parlaktı. Lena’nın elindeki papirüs toz olmuştu. Aras’ın omzunda ise bir işaret parlıyordu – üç iç içe geçmiş daire...

Lena gözleri dolu dolu Aras’a baktı.

“Sanırım gölgeden geçtik,” dedi fısıltıyla.

Aras başını salladı. “Ve ışığa ulaştık.”

Ama bu sadece yeni bir başlangıcın işaretiydi.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 50 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 50: Sonsuzluğun Kapısında

8 Eylül 2025 Pazartesi

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 48 – Kayıp Haritanın Gözü


Yıldızların gökyüzünde titrek ışıklarla dans ettiği o sessiz gecede, Arel, Elara ve Tılsım, Kadim Göl’ün kıyısında kurdukları küçük kampta, yanan ateşin etrafında derin düşüncelere dalmışlardı. Her biri zihninde farklı sorularla boğuşurken, göl yüzeyine yansıyan ay ışığı, sanki geçmişin hayaletlerini suyun altından yüzeye çağırıyordu.

Elara, omzundaki eski deri çantasını yavaşça açarak, içinden parçalanmış, köşeleri yanık bir harita çıkardı. “Bu, babamın güncesinden kalan tek şey,” dedi fısıltıyla. Arel haritaya dikkatle baktı. Gözle görülemeyecek kadar ince bir sembol, haritanın sağ alt köşesinde parlıyordu. Sembol, yıllardır unutulmuş bir dilde yazılmıştı: Aranethçe. Bu dil, ormanın en eski sırlarını taşıyan halkın diliydi.

Tılsım, ateşin gölgesinde kıvrılan bir yılana benzeyen sembolü görünce yerinden kalktı. “Bu sembol, ‘Gözcü’nün Gözünü’ temsil eder,” dedi. “Efsaneye göre, Gözcü’nün Gözü yalnızca içsel pusulası doğru olanlara yol gösterirmiş.” O an sessizlik çöktü. Herkes aynı şeyi hissediyordu: Bu harita artık sadece bir kağıt parçası değil, onları ormanın kalbine götürecek bir anahtardı.

Sabah olduğunda, üçlü, haritadaki sembole uygun bir yön tayin ederek gölün kuzeyine doğru yürümeye başladı. Gittikleri yol, ormanın en az bilinen bölgelerinden geçiyordu. Ağaçlar daha gür, gölgeler daha yoğundu. Havanın dokusu bile değişmişti sanki; nefes almak bile mistik bir deneyim haline gelmişti.

İkinci günün sonunda, yoğun sisle kaplı bir vadinin kenarına vardılar. Vadinin içi görünmüyordu, fakat haritada burası “Kayıp Dalgıçlar Vadisi” olarak işaretlenmişti. Elara, içindeki sesi dinleyerek aşağı inmeleri gerektiğini söyledi. Arel kararsızdı, fakat Tılsım’ın gözlerindeki kararlılığı görünce geri adım atmadı.

Vadinin derinliklerine indiklerinde, gözlerini yakan mor renkte bir ışık yayılıyordu. Bu ışık, haritadaki sembolü andıran şekillerle vadi duvarlarına işlenmişti. Arel parmaklarını duvardaki bir işarete sürdüğünde, yer hafifçe titredi ve önlerinde saklı bir kapı açıldı. Kapının ardında, yosunlarla kaplı eski bir tapınak vardı.

Tapınağın içi, geçmiş zamanların yankılarıyla doluydu. Duvardaki kabartmalarda, ormanın doğuşu, ilk gözcüler ve zamanla unutturulmuş bir yemin anlatılıyordu. Bu yemin, sadece gerçek kalple yapılan yolculuklara ormanın sırlarını açıyordu. Elara’nın elleri titredi. “Babam bu yeminle yaşıyordu,” dedi. “Şimdi sıra bizde.”

Tapınağın en alt odasında, sarkıt ve dikitlerin arasında, yere gömülmüş bir daire şeklinde taş gömülüydü. Haritadaki sembol buraya oturuyordu. Arel haritanın yırtık parçasını taşın üzerine yerleştirdiğinde, taş birden dönmeye başladı ve içinden altın renkli bir ışık yükseldi. Bu ışık, tapınağın tavanına yansıyarak gökyüzü haritası oluşturdu.

Ama asıl sürpriz ışıklar sönünce ortaya çıktı: Tapınağın arka duvarında bir geçit belirmişti. Geçidin üzerinde şu kelimeler yazılıydı: “Ancak kim olduğunu unutursan, kim olman gerektiğine ulaşabilirsin.”üçlü geçide adım atmak üzere birbirlerine bakıyordu. Geçitten gelen esinti, geçmişin tozunu savurmuş, onları sıradaki büyük sırrın eşiğine getirmişti. Artık geri dönüş yoktu. Orman, onları en derin köklerine çağırıyordu.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 49 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 49: Gölgeye Düşen Işık

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 47 Gölge Yolcuları


Ormanın koynunda geçen her saat, doğanın diliyle konuşan bir sır daha fısıldıyordu kulaklara. Gökyüzü, yaprakların arasından sızan soluk ışıklarla geceye hazırlanırken, Lina'nın yüreği, karşılaştıkları büyülü varlıkların etkisiyle hâlâ çarpıyordu. Kimi zaman sesini bastırmaya çalışıyor, kimi zaman içindeki sezgilere kulak veriyordu. Çünkü artık bildiği bir şey vardı: Bu orman, sadece ağaçlardan, kuşlardan ve rüzgârdan ibaret değildi. Burası, geçmişin yankılarının geleceğe doğru yürüdüğü yaşayan bir varlıktı.

Tarihin unutulmuş harfleri gibi yerde yatan taşlar, sembollerle kaplıydı. Her biri, farklı bir zaman diliminden izler taşıyordu. Yüzyıllardır kimsenin geçmediği patikalardan yürürken, Ayverdi’nin gözleri hep uyanıktı. Elindeki eski haritayı defalarca kontrol etse de içinden bir ses, artık pusulaların değil, kalbin yön göstereceğini söylüyordu.

Onların ardından yürüyen sessiz gölgeler de vardı. Kim oldukları belli değildi ama ayak sesleri bile çıkmıyordu. Sadece çalılıkların hafif titreyişiyle fark ediliyordu varlıkları. Belki de ormanın ruhuydu bu, belki de çok daha eski bir lanetin bekçileri.

Lina, birden olduğu yerde durdu. Karşısında, gövdesi tamamen yosunlarla kaplı, dalları gökyüzüne dua eder gibi uzanan devasa bir ağaç vardı. Gözleri büyüdü. Bu ağacı eski tabletlerde okumuştu; “Görülmeyenler Ağacı” olarak adlandırılıyordu. Efsaneye göre bu ağaç, bir zamanlar ormana ayak basan ilk bilgenin gözyaşlarıyla büyümüştü ve yalnızca kalbinde gerçek niyeti taşıyanlar tarafından görülebilirdi.

Ayverdi yaklaştı, dikkatle baktı. “Görüyor musun?” diye sordu Lina’ya. Cevap sessizlikti. Çünkü Ayverdi, ağacı görmüyordu. Bu durum, Lina’nın içine tuhaf bir gölge düşürdü. Her şeyin merkezinde artık yalnızca kendisinin olduğunu hissetti. Belki de bu yolculuğun nihai anahtarıydı o.

Ağacın gövdesine yaklaştığında bir fısıltı duydu:

“Her adım, bir sır… Her sır, bir bedel…”

Bu ses dışarıdan değil, doğrudan zihnine akıyordu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ruhunda bir titreşim oluştu. Bir zamanlar dedesi tarafından anlatılan efsanelerin sadece masal olmadığını anlamıştı.

O sırada arkalarında bir hışırtı yükseldi. Gölge Yolcuları ortaya çıktı. Yüzleri yoktu, gözleri yoktu ama siluetleri vardı. Ne canlı ne de ölüydüler. Var oluşları, ormanın denge yasasının bir parçasıydı. Ne konuşurlar, ne dokunurlardı ama ormandaki düzenin bozulduğunu hissettiklerinde ortaya çıkarlardı.

Ayverdi hemen Lina’nın önüne geçti. “Sakın konuşma,” dedi fısıltıyla. “Bunlar sözcüklere değil, niyetlere karşılık verir.”

Gölge Yolcuları bir süre sessizce bekledi. Ardından biri Lina’ya yaklaştı. Elinde parlayan, taş işlemeli bir küre vardı. Küre, Lina’nın kalbine doğru süzüldü ve orada asılı kaldı. Lina’nın zihni aniden geçmişe sürüklendi. Rüyalarında gördüğü ormanlar, dedesinin anlattığı sırlar, eski yazıtlar… Hepsi bir bütün olarak anlam kazanmaya başladı.

Gözlerini yeniden açtığında Gölge Yolcuları yok olmuştu. Elinde parlayan küre vardı artık. Ayverdi’nin gözleri büyüdü.

“Bu… Bu, Ormanın Kalbi!” dedi şaşkınlıkla. “Bunu yalnızca seçilen biri taşıyabilir…”

Lina, başını yavaşça eğdi. Şimdi artık dönüş yolunun olmadığını biliyordu. Bu ormanın sırrı onun kaderiyle iç içeydi. Her adımda geçmişin gölgeleriyle, geleceğin bilinmezliğiyle yüzleşecekti. Ve bu, sadece başlangıçtı.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 48 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 48 – Kayıp Haritanın Gözü

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 46: Kayıp Zamanın Haritası


Gökyüzü, puslu bir sessizlikle örtülmüş, yıldızlar geceyi terk ederken ormanın üzerini gri bir perde kaplamıştı. Elara ve Kael, Zaman Kuyusu'nun etrafında diz çökmüş, eski haritanın kadim desenlerini çözmeye çalışıyorlardı.

Harita, zamanın farklı katmanlarına açılan geçitlerin sembollerini taşıyor, ama hangisinin nereye çıktığını kestirmek imkânsız görünüyordu. Elara’nın gözleri bir noktaya takıldı: sonsuzluk işaretinin çevresinde kıvrılan bir yılan figürü. Bu sembol, zamanın kendi kuyruğunu yutan yapısını mı anlatıyordu?

Kael’in parmakları haritanın kenarındaki yazılarda gezindi. Yazılar, Antari halkının kadim dilindeydi ama büyüyle oyulmuşlardı. “Geçmişin izini sürmek, geleceğe saplanan bıçağı görmek gibidir,” diye fısıldadı Kael. Elara, bu sözlerin anlamını düşünürken, haritanın merkezindeki kristal damarın ışıldadığını fark etti. Işık yayılıyor, yavaşça havaya yükseliyordu. Aniden haritanın üstüne çöken karanlık, bir gölge gibi yükseldi ve etraflarını saran alan titremeye başladı.

Zaman kayması başlamıştı.

Birden orman kayboldu. Yerine sisli bir ova ve kıvrımlı bir nehir çıktı. Elara’nın gözleri önünde değişen manzara, bir zaman çarkı gibi dönüyordu. Kael’le birlikte ayakta durmaya çalışırken, zemin ayaklarının altından çekiliyor gibiydi. Sonunda sabit bir ana vardılar. Gözlerini açtıklarında karşılarında yaşlı bir adam duruyordu: gözleri yıldız tozu gibi parlayan, pelerinine yapraklar işlemiş bir varlık.

“Ben, Zaman Bekçisi Varnor,” dedi adam, sesi derinlerden gelen bir yankı gibiydi. “Beni çağıran harita sizdeyse, artık geçmişe gidebilir ama bedelini ödemeden dönemezsiniz.”

Elara öne çıktı. “Bize Nirelia’nın doğumunu gösterebilir misiniz? O zamanın kökenlerini, bu savaşın nedenlerini bilmek istiyoruz.”

Varnor başını salladı. Asasını yere vurduğunda etraflarında parlayan bir küre oluştu. Küre onları içine çektiğinde Elara, kendisini yüzlerce yıl öncesinde buldu. Henüz orman bile doğmamıştı. Sadece boşluk, rüzgâr ve ilk ışığın titreşimi vardı. Birden gökyüzünden bir kıvılcım düştü toprağa. Bu kıvılcım, Nirelia’nın özünü taşıyordu: ışıkla karanlığın ilk karşılaşmasından doğan bir canlı.

Elara’nın kalbi hızla çarpıyordu. Gördüğü şey, Nirelia’nın yalnızca bir yer olmadığını, yaşayan bir bilinç olduğunu anlatıyordu. Kökler zamanla toprağa yayıldı, rüzgâr ağaçlara dönüştü ve gölgeler canlılara hayat verdi. Ama her doğumun içinde bir çöküş tohumu da vardı. Işıkla birlikte düşen başka bir parça daha vardı: karanlık bir öz. Nirelia’nın içine sızmış, bekleyen bir felaketti bu.

Kael’in sesi Elara’nın kulağında çınladı: “Gördün mü? Nirelia’nın kalbinde ikilik var. O karanlık, şimdi geri dönüyor.”

Görüntü bir anda dağıldı. Elara ve Kael yeniden Zaman Kuyusu’nun başında buldular kendilerini. Ama bu kez yalnız değildiler. Harita hâlâ ışıldarken, ormanın derinliklerinden gelen ayak sesleri büyüyordu. Varnor’un sesi rüzgarla birlikte tekrar duyuldu: “Siz artık zamanı kırdınız. Artık peşinizde olanlar sadece insanlar değil.”

Gökyüzü aniden karardı. Ağaçlar titredi. Ve Zaman Kapısı aralandı.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 47 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 47 Gölge Yolcuları

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 45 – Sonsuz Gölgelerin Ardındaki Gerçek


Güneşin ilk ışıkları ormanın en yüksek ağaçlarının arasından süzülürken, Lina’nın yüzüne hafifçe değdi. Toprağın nemli kokusu ve yaprakların üzerindeki çiğ damlalarının parıltısı, geceden kalan büyüyü hâlâ canlı tutuyordu. Uyandığında yanındaki taşın üstünde bir tüy buldu; bembeyaz, ipeksi ve neredeyse ışık saçan bir tüy. Bunun, Ruh Kuşu’na ait olduğuna emindi. Kalbinin derinliklerinde bir yerlerde, artık her şeyin sona yaklaştığını hissediyordu.

Zaros ve Mirna çoktan uyanmış, kampın çevresinde nöbet tutmuşlardı. Ancak bu sabah, her zamankinden daha sessiz ve gergindiler. Çünkü o gün, Ebedi Gölge’ye varacaklardı. Ormanın en karanlık, en kadim ve en korunaksız bölgesine... Yüzyıllar boyunca hiçbir canlının çıkamadığı derin vadilere, sisli yarıklara ve konuşan taşlara.

Yola koyulduklarında, ormanın tonu değişti. Kuşlar artık ötmez oldu, rüzgar ise yönünü şaşırmış gibiydi. Ağaçların kabukları üzerindeki eski simgeler, parlamaya başladı. Lina, bunların Kehanet Yazıtları olduğunu fark etti. Mirna, bu yazıtları yüksek sesle okurken ormanın kendisi bile kulak kesilmişti. Her kelime, çevrelerindeki taşlara yankılanıyor, zamanın dokusuna işleniyordu.

Ebedi Gölge Vadisi’ne vardıklarında her şey durmuş gibiydi. Rüzgar esmez, nehir akmaz, yapraklar düşmez olmuştu. Zaros yere diz çöktü. "Burası zamanın kıvrıldığı yer," dedi. "Burası, kaderin kendisiyle yüzleştiği sınırdır."

Vadiye girdiklerinde, gölgeler kendi içlerinde kıpırdamaya başladı. Her biri, içlerinden birinin geçmişinden gelen bir hatırayı temsil ediyordu. Lina’nın karşısına annesi çıktı. Ama canlı değil; hayal gibi bir suret. Gözleri boş, sesi yankıdan ibaretti: "Gerçeği görmeye hazır mısın, Lina?"

Lina’nın adımları ağırlaştı. Her adımda, geçmişiyle yüzleşiyor, kendisini yıllar boyunca koruyan maskelerin yavaş yavaş kırıldığını hissediyordu. Mirna da aynı şekilde, kaybettiği ikiz kardeşini görmeye başladı. Onu sonsuzlukta kaybetmişti ama şimdi burada, gölgenin içinde onunla yeniden konuşabiliyordu. Gözyaşları içinde, yıllardır bastırdığı suçluluk duygusunu serbest bıraktı.

Zaros’un ise gölgesi bile farklıydı. Çünkü onun geçmişi, bin yıllık bir sırrın parçasıydı. O, sadece bir rehber değil; Ormanın ilk muhafızlarının son varisiydi. Gölgeler ona karşı düşmanca yaklaştı, çünkü o, bir zamanlar ormanın dengesi bozulduğunda sırtını dönmüştü. Ancak bu kez kaçmayacaktı. Kılıcını toprağa sapladı ve gölgelerle yüzleşti.

Vadi’nin merkezine geldiklerinde bir taş sunak yükseliyordu. Bu sunağın etrafı, binlerce küçük tılsımla çevriliydi. Ortasında, Ruh Kuşu’nun altın tüylerinden yapılmış bir miğfer vardı. Bu, efsaneye göre Ormanın Hafızası’nı taşıyandı. Lina, titreyen elleriyle miğferi başına geçirdiğinde, gözleri bir anda beyazlaştı ve tüm geçmiş, şimdi ve gelecek tek bir çizgiye dönüştü.

Lina artık yalnızca bir arayıcı değildi. O, Ormanın Sözcüsü olmuştu. Ağaçların ruhları, taşların sesleri, yıldızların yankısı onun içinde konuşmaya başladı. Gözlerini açtığında, vadideki gölgeler bir bir dağılmaya başlamış, karanlık yerini ışığa bırakmıştı.

Ancak bir tehlike hâlâ sürüyordu. Vadi aydınlandıkça, alt katmanlardan bir şeyler kıpırdamaya başladı. Binlerce yıldır zincirlenmiş olan İlk Gölgeler, uyanıyordu. Onlar, ormanı yok eden ilk lanetin taşıyıcılarıydı. Ruh Kuşu’nun tüyleriyle Lina’nın elde ettiği güç, sadece gölgeleri temizlemekle kalmamış, aynı zamanda zincirleri de zayıflatmıştı.

Zaros kılıcını eline aldı. “Henüz bitmedi,” dedi. “Gerçek savaş, şimdi başlıyor.”

Mirna, büyülü asasını ışıkla doldurdu. “Kendi geçmişimize meydan okuduk. Şimdi, ormanın geleceği için savaşacağız.”

Lina başını göğe kaldırdı. Gökyüzü, ilk kez tamamen açıktı. Ve yıldızlar, konuşuyordu. Çünkü ormanın kaderi artık onların elindeydi — ve gölgeler, son bir kez daha yükselecekti.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 45 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 46: Kayıp Zamanın Haritası

2 Eylül 2025 Salı

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 44: Gölge Tahtının Ardında



Ormanın kalbinde yankılanan uğultular, yalnızca rüzgarın ağaç yapraklarına fısıldadığı sıradan bir ses değildi. Bu kez doğanın kendi diliyle konuştuğu, varlığını unutulmuş bir kudretin yeryüzüne inişi gibiydi.

 Elara, Arel ve Niva, Gölge Tahtı'nın izini süren eski yoldan ilerlerken, her bir adımda toprağın altından gelen titreşimleri hissediyorlardı. Kayıp varislerin soyundan gelenlerin yalnızca kaderi değil, geçmişin kefareti de bu yolculuğun üzerindeydi.

Ağaçların arasından beliren eski mermer sütunlar, zamanla yosunla kaplanmış olsa da üzerlerindeki oymalar hâlâ canlıydı. Bu oyma şekilleri, ormanın en eski efsanesini anlatan bir mitin parçalarıydı. Sütunların arasında ilerlerken, Niva fısıltıyla konuştu: “Burası... İlk kurbanların sunulduğu alan olabilir.” Sesi hem korku hem de merakla titriyordu.

Arel, elindeki pusulaya benzeyen ama sihirle çalışan aleti inceledi. Gölge Tahtı’nın enerjisiyle rezonansa giren bu antik aygıt, pusulanın ibresi gibi değil; ruhun nabzı gibi hareket ediyordu. İbre, sola doğru kıvrıldığında, içlerinden birinin geçmişindeki karanlık bir anı yeniden yaşadığı hissediliyordu. Elara durdu. Solgun bir ışık gözlerinde parladı. “Bu taht sadece gücü değil, gölgeleri de hükmedene bağlar.”

Derin vadinin ucunda göğe uzanan kadim taş yapı görünmeye başladığında, ormanın sesi değişti. Kuşlar susmuş, yapraklar hareketsizleşmişti. Sanki doğa, onların gelişini izliyor, yaklaşan yüzleşmeye sessiz tanıklık ediyordu. Zemin, eski büyülerle işlenmiş izlerle kaplıydı. Bazı semboller tanıdıktı; bazıları ise hâlâ çözülememiş bir dilin yankısıydı.

Gölge Tahtı’nın bulunduğu yapı, bir tapınaktan çok bir mahzen gibiydi. Girişinde diz çökmüş halde taşlaşmış bir figür duruyordu. Niva gözlerini kısmış baktı. “Bu... Elayna’nın son muhafızı olabilir. Efsaneye göre, son uyarıyı yapan bekçi, ruhunu taşla mühürlemişti.” Arel, figürün yüzüne eğildiğinde, gözlerinde hâlâ korkunun izini görebiliyordu. Taşın yüzeyine dokunduğunda ise içeriye çağrıldılar. Görünmeyen bir kapı, derin bir yankıyla açıldı.

İçeri adım attıklarında karanlık bir sessizlik onlara eşlik ediyordu. Sanki her nefes, taş duvarlara çarpıyor ve yankısıyla kendi geçmişlerini haykırıyordu. Gölge Tahtı, salonun tam ortasında yükseliyordu. Taht, taştan değil, kadim bir enerjiden yapılmış gibiydi.

Yüzeyinde gerçeklik dalgalanıyor, zaman kırılıyordu. Elara yaklaşırken içindeki bir parça kırıldı. Onun geçmişine ait bir sahne, tahtın etrafındaki havada belirdi: bir ihanet, bir yemin ve kopmuş bağlar…

Arel ise tahtın etrafındaki sembollere dikkat kesildi. “Bu bir mühür... Ama aynı zamanda bir davet. Gölge, ancak bir ruh tamamıyla kendi karanlığıyla yüzleştiğinde kontrol altına alınabilir.” dedi. Niva, titreye titreye geri çekildi. “Yani... Tahta oturacak kişi, gölgeleri de kendi ruhuyla barındırmak zorunda kalacak.”

Elara, tereddüt etmeden öne çıktı. Kalbindeki acılar, pişmanlıklar, kayıplar ve öfke bir bir gözlerinde belirdi. Gölge Tahtı onu tanımıştı. Tahtın enerjisi, Elara’nın etrafında dalgalar gibi dönmeye başladı.

 Sanki bir tür hesaplaşma başlamıştı. Ruhunun en karanlık parçaları gün yüzüne çıkıyor, bastırılmış anılar hayalet gibi çevresinde dönüyordu.

Bir an için, her şey durdu. Işık ve gölge birleşti. Elara gözlerini açtığında yalnız değildi. İçinde kaybolmuş tüm benlikleri, farklı zamandaki yüzleri ve kararları karşısında duruyordu.

“Beni yargılayacak olan yalnızca kendimim,” dedi kararlı bir sesle. Gölge Tahtı, Elara'nın sözlerine karşılık verir gibi titredi. Parlayan halkalar tahtın etrafında dönerken, Niva ve Arel hayranlıkla izledi.

Sonunda Elara tahtın üzerine oturdu. Gözleri artık geçmişteki gibi değildi. Derin, karanlık ama aynı zamanda aydınlıkla dolu bir bakış... Ruhundaki ikilik çözülmüş, gölgeyle barış yapılmıştı.

Tahtın tepesindeki sembol yandı. Gölge Tahtı artık yeni sahibini kabul etmişti. Ama bu sadece başlangıçtı. Çünkü her karanlığın ardında daha derin bir sır yatıyordu…


📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 45 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 45 – Sonsuz Gölgelerin Ardındaki Gerçek

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 43 – Kayıp Zamanın Peşinde

  


Ormanın derinliklerinde geçen onlarca günün ardından, artık ne zamanın ne de mekânın anlamı kalmıştı. Rüzgar, yaprakların arasından geçerken geçmişin fısıltılarını taşıyor, ayaklarının altındaki toprak ise sanki başka bir çağın izlerini saklıyordu. Elara ve Kael, karşılarında açılan yeni patikada ilerlerken, ormanın büyüsü artık onların tenine işlemiş gibiydi.

Gökyüzü puslu bir grilikle örtülüyken, sis aralarından görünen taş bir yapı belirdi. Burası eski çağlardan kalma bir zaman tapınağıydı. Sadece ruhunu zamana adamış olanların girebileceği söylenirdi. Elara’nın kalbi tuhaf bir şekilde hızlandı. Çünkü ellerindeki harita, tam olarak burayı işaret ediyordu.

Kael, elini kılıcının kabzasına götürerek sessizce yaklaştı. “Burada bir şey var, hissediyorum,” dedi. “Sadece taşlardan ibaret değil. Burası yaşayan bir yapı.”

Tapınağın ön kapısında, dönen zaman çarklarının sembolleri vardı. Her biri farklı bir dönemi temsil ediyor, gözle bakıldığında bile insanın başını döndürecek kadar karmaşık bir sistem oluşturuyordu. Elara, yıllardır çözülemeyen bu sembolleri tek tek inceledi. Derken, sırt çantasından çıkardığı eski bir kitapla sembolleri eşleştirmeye başladı.

“Bu... Bu bir zaman mührü,” dedi heyecanla. “Her bir sembol bir kapıyı açıyor. Ama sırayla yapılmazsa, zamanı çarpıtabiliriz.”

Kael, temkinli bir adımla tapınağa yaklaştı. İçeri adım attıklarında, duvarlara yansıyan gölgeler harekete geçti. Sanki zamanda sıkışmış anılar canlanıyor, yaşanmış hayatlar bir film şeridi gibi önlerinden geçiyordu. Bir köylü çocuğu, zamanla savaşan bir bilge, aşkı uğruna her şeyi terk eden bir kraliçe... Hepsi burada bir iz bırakmıştı.

Birden, tapınağın merkezine ulaştılar. Burada yer alan devasa taş küre, zamanın özüydü. Yüzeyinde akan semboller, geçmişin ve geleceğin sınırlarını belirsizleştiriyordu. Elara, küreye yaklaşırken içinde yankılanan sesle irkildi:

“Zaman sana sadık kalmaz, ama sen ona sadakatle yaklaşabilirsen, seni ödüllendirir…”

Bu sözlerin ardından, Elara’nın elleri sembollere dokundu. Her bir dokunuş, duvarları titretiyor, zemindeki çarkları harekete geçiriyordu. Kael ise çevreyi korumaya devam ediyordu çünkü tapınak sadece zamana değil, dışarıdan gelen tehditlere de karşı kendini savunacak kadar bilinçliydi.

Birden duvarlardan biri açıldı ve içeride spiral şeklinde inen bir merdiven belirdi.

Elara tereddüt etmeden aşağı inmeye başladı. Merdivenin sonuna geldiklerinde, gözlerinin önüne eski bir zaman havuzu çıktı. Su değil, ışıkla dolu bir göldü bu. Yüzeyine bakan herkes, geçmişini görüyordu.

 Elara, göle baktığında babasının gençliğini, annesinin gözyaşlarını, kendisinin çocukluğunu gördü. Kael ise, görmemeyi umduğu karanlık bir geçmişe tanık oldu. Bu göl, sadece zamanı değil, insanın kendi iç yüzünü de yansıtıyordu.

Ama daha derinlerde, gölün merkezinde bir anahtar parlıyordu. Bu, kayıp zamanın anahtarıydı. Onu almak isteyenin geçmişle yüzleşmesi gerekiyordu. Elara gözünü kırpmadan ilerledi. Gölün ışıkları onu yutarken Kael arkasından “Dikkatli ol!” diye bağırdı. Fakat Elara çoktan içine adım atmıştı.

Bir anda başka bir zamana ışınlandı. Burası, ormanın doğmadan önceki haliydi. Sonsuz bir boşluk, sadece ışık ve rüzgarın olduğu bir evren. Elara burada, ormanın ilk tohumunun nasıl ekildiğine tanık oldu. Zamanın ilk doğduğu ana… Bu görüntüyle birlikte, gölden çıkan anahtarı eline aldı.

O an geri döndüğünde, gözleri parlıyordu. Artık yalnızca bir yolcu değil, zamanın bir taşıyıcısıydı. Kael ona uzanarak elini tuttu. “Ne gördün?” diye sordu.

“Elimizdeki her saniye bir mucize,” dedi Elara. “Ve biz, bu mucizeyi korumakla yükümlüyüz.”

O sırada gölde beliren yeni bir figür, onların hâlâ takip edildiğini hatırlattı. Çünkü zamanın efendileri, böyle bir sırrın açığa çıkmasını istemezdi. Ama Elara ve Kael artık geri dönmeye değil, daha da derine inmeye kararlıydılar. Çünkü her adımda daha büyük sırlar, daha tehlikeli seçimler ve daha büyük kaderler onları bekliyordu.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 44: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 44: Gölge Tahtının Ardında

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 42: Gölgedeki Hakikatler

 


Ormanın sabah sisi, yaprakların arasında ağır ağır yükselirken, grubun ilerleyişi yavaşlamıştı. Yorgunluk, sadece bedenlerini değil, düşüncelerini de kemiriyordu. Her biri, artık bu yolculuğun bir arayıştan fazlası olduğunu seziyordu—kendi içlerindeki hakikatleri buldukları bir yolculuk…

Dalia, önden ilerlerken etrafı dikkatle süzüyor, her çıtırtıda elini hançerine götürüyordu. Ama bu defa düşmandan çok bir cevap arıyordu. Kaç gündür takip ettikleri kadim izler, onları “Gölgeler Havuzu” denilen yere getirmişti—efsanelerde adı geçen, gerçeklik ile hayal arasındaki sınırda salınan o gizemli göle.

Göl, sabah sisinde neredeyse görünmezdi. Ama yaklaştıklarında suyun üzerinde dans eden kıvrımlar, bir tür enerjiyle parlıyordu. Gruptan ilk konuşan Lysas oldu.

"Bu... bu bir göl değil. Bu bir ayna."

Suyun üzerine eğildiklerinde, her biri yalnızca yüzünü değil; geçmişteki acılarını, hatalarını ve seçimlerini de görüyordu. Alaric, bir an için gözlerini kaçırdı. Orada, babasının ihanetini, annesinin son bakışını ve kendi sessiz kaçışını görmüştü.

Dalia, göle eğildiğinde kendi içinde kayboldu. Yüzeyde bir çocuk belirdi—ağaçların arasında gülümseyen, hiçbir kötülük görmemiş bir kız çocuğu. Ama bir anda yüzündeki tebessüm soldu, arkasında alevler yükseldi, çığlıklar duyuldu. Dalia geri çekildi, nefesi daraldı.

"Bu yer... bizi içimizle yüzleştiriyor," dedi kısık bir sesle.

Ancak göl sadece yüzleştirmiyordu. Bir şey daha yapıyordu: Seçileni çağırıyordu. Lysas’ın avuç içi yanmaya başladı. Onun taşıdığı taş, hiç olmadığı kadar parlak bir ışıkla göle yöneldi. Taş, gölün yüzeyine yaklaştığında su dalgalandı, sonra çekilmeye başladı. Su geriye çekilirken altında spiral şeklinde dönen taş yollar, eski yazıtlarla kaplı bir zemin ortaya çıktı.

Dalia fısıldadı: "Burası... Gölge Mabedi'nin giriş yolu olmalı."

Hep birlikte merdivenlerden aşağı indiler. Spiral yolun sonunda büyük bir taş kapı vardı. Üzerinde şu yazılıydı:

“Kendini bilmeyen, bu kapıdan geçemez. Çünkü karanlık, kendi gölgesinden korkanı yutar.”

Kapı açılmadan önce her biri sırayla elini taşlara koydu. Kapı, kim olduklarını kabul ettiklerinde, geçmişleriyle barıştıklarında aralandı.

İçerisi serindi, ama huzurluydu. Tapınak salonunda çok eski bir masa, taş sütunlar ve bir zamanlar burada yaşayan kadim bir halkın izleri vardı. Duvarlardaki resimler, ormanın sırlarını koruyan bir topluluğun, zamanla gölgeye karıştığını anlatıyordu. Bu, Ormanın Ruhları'nın gerçek kökeniydi.

Birden tavanın orta kısmı açıldı ve ormanın ışığı, doğrudan salonun merkezine düştü. Işık, Lysas’ın taşıdığı sembolün üzerine odaklandı. Sembol, eski bir düzenin mührüydü.

Lysas yere çömeldi. “Bu bizim değil… Bu, bizden önce gelenlerin mirası. Ve biz… sadece taşıyıcılarıyız.”

Dalia başını salladı. “Ama artık miras da sorumluluk da bize ait.”

O sırada, karanlık bir fısıltı salonu doldurdu. Gölgenin içinden bir figür belirdi. Siyah pelerinli, yüzü maskeyle örtülü bir varlık. Düşman değildi; zamanın bir yankısıydı.

"Gerçeği aradınız. Şimdi hakikatin yükünü taşıyacak mısınız?" diye sordu.

Grup birbirine baktı. Kaçmak için çok geç, vazgeçmek için çok derindeydiler.

Alaric adım attı. “Gölgenin hakikati, ışığın sorumluluğudur. Ve biz artık kaçmayacağız.”

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 43: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 43 – Kayıp Zamanın Peşinde

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yeni Yazdığım Romanlar (111) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)