Ormanın koyu sessizliği, gecenin karanlığında
bile yankılanan bir kalbin ritmi gibiydi. Ay, gökyüzünde titrek bir gümüş
madalyon gibi asılı dururken, ağaçların arasında ilerleyen dört yolcunun
adımları toprağa hafifçe dokunuyordu. Rüzgârın taşıdığı nemli yosun kokusu ve
çürümüş yaprakların kokusu, Güneş’in yüzüne karışık bir huzur ve tedirginlik
getirmişti. Buraya daha önce gelen kimse olmamış gibiydi; doğa, kendi
yalnızlığında hüküm sürüyordu.
Ayaz, elleriyle devasa bir ağacın kabuğuna
dokundu. “Bu ağaç... en az birkaç yüzyıllık,” dedi alçak bir sesle. “Burası
sıradan bir orman değil. Yaşam burada yalnızca fiziksel değil... bir bilinç var
gibi.”
Güneş, öne eğilerek toprağın üzerindeki izleri
inceledi. Çıplak gözle görülemeyecek kadar ince çizgiler, adeta yere işlenmiş
semboller gibiydi. “Bunlar… eski semboller,” dedi. “Kadim Halk’ın kullandığı
işaretlere benziyor. Ama neden burada, neden bu kadar açıkta?”
Aynı anda Maya, arkasında onları sessizce takip
eden kuşun, gözlerinden süzülen mavi ışığa dikkat kesildi. “Yankılar başlıyor,”
dedi fısıltıyla. “Ormanın kalbi uyanıyor.” Bu sözler, hem bir uyarı hem de bir
kabullenişti. Artık geri dönüş yoktu.
İlerledikçe, ağaçlar daha da sıklaştı. Güneş’in
göremediği ama hissettiği bir güç, onları içine çekiyor gibiydi. Her adımda
geçmişin yankıları kulaklarına çarpıyor, sanki toprağın altında gömülü sırlar
dile gelmek üzereydi. Bu ormanda zaman düz bir çizgi değil, bir daireydi.
Geçmiş, şimdi ve gelecek aynı noktada buluşuyordu.
Bir açıklığa vardıklarında, ortasında taş bir
platform bulunan küçük bir alanla karşılaştılar. Platformun üzerindeki oyma
şekiller, Güneş’in gördüğü rüyadaki sembollerle birebir örtüşüyordu. Yüzü
donakaldı. “Burası… rüyamda gördüğüm yer. Aynısı.”
Ayaz hemen yanına geldi. “Bu tesadüf olamaz.
Belki de seni bu orman seçti.”
Güneş dikkatlice platforma adım attı. Ayak
bastığı an, taşların içinden ince bir ışık sızmaya başladı. Zemin titredi.
Işık, bir damar gibi taşların arasından yayılıyor, çevredeki ağaçların
köklerine kadar ulaşıyordu. Her şey canlı gibiydi. Her şey… farkındaydı.
Birden Maya dizlerinin üstüne çöktü ve başını
eğdi. “Orman kabul etti,” dedi. “Yolculuk artık sadece fiziksel değil.
Bilincimizin sınırlarında yürüyeceğiz. Hazır olun.”
Yerden yükselen ışıklar, gökyüzüne doğru
uzanırken bir geçit açıldı. Dairesel şekilli bu geçit, gökyüzünün kalbine
açılan bir pencere gibiydi. İçinden gelen fısıltılar, bir dil değildi ama
anlamla doluydu. Güneş’in zihnine binlerce görüntü doluştu. Kadim şehirler,
tanrılarla konuşan insanlar, ruhlarla dans eden şifacılar… Hepsi bir anda
belirdi.
Güneş, dengesini kaybedip Ayaz’a yaslandı. “Bu
kadar bilgi… bu kadar gerçek… nasıl kaldıracağız?”
Ayaz onun omzuna dokundu. “Birlikte. Sadece
birlikte dayanabiliriz bu gerçeğe.”
Maya, geçide bakarak konuştu: “Geçit açıldı ama
herkes geçemez. Sadece içsel dengesini bulan, egosunu değil özünü taşıyan
geçebilir. Gerisi… ormanın sonsuzluğunda kaybolur.”
Arda sessizce gözlerini kapattı. Onun için bu,
bir yolculuk değil bir kefaretti. Geçmişin gölgeleri onu hâlâ izliyordu. Ama
içinden bir ses, doğru yolda olduğunu söylüyordu.
Birer birer platformun merkezine geçtiler.
Ayaklarının altındaki taş, hafifçe çöktü ve dört tarafındaki semboller dönmeye
başladı. Güneş’in alnında ince bir ter damlası süzüldü. Ruhunun derinliklerinde
bir şey açıldı. Daha önce hiç dokunmadığı bir benliği, gözlerinin önünde
beliriyordu.
Bir ses duyuldu: Ne kadın ne erkekti; ne yaşlı
ne gençti. “Hazırsanız, bilincin ötesine geçin. Gerçeğin sınırlarını aralayın.
Orman sizi izliyor.”
Ve ışık, her şeyi yuttu.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 37: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt