✦✦✦ Dijital Yazıların ve Romanların Yeni Sayfası www.ebooksun.blogspot.com 'un Katkılarıyla Hazırlanmıştır ✦✦✦ Aşk Romanları, Tarihi Romanlar, Kitap Önerileri, PDF Kitaplar, 2025 Kitapları, Roman İncelemeleri, Ücretsiz Kitaplar, En Çok OkunanlarEn Çok Okunan Romanlar, Yeni Çıkan Kitaplar 2025, PDF Kitap Siteleri, Kitap Tavsiyeleri, 2025 Roman Önerileri, Kitap Blogları, Kitap Özetleri, Yazar Biyografileri, Kitap Yorumları, PDF Kitap İndir, ePub Kitap İndir, Kitap Serileri, Yerli Romanlar, Yabancı Romanlar, Polisiye Romanlar, Bilim Kurgu Romanlar, Dram Romanları, Fantastik Kitaplar, E-Kitap Romanlar, Ücretsiz Roman Oku

Translate

📚 Zeki Güneş Romanları – Destansı Anlatılar, Derin Karakterler, Unutulmaz Hikâyeler Türk edebiyatına gönül vermiş bir yazar olarak dijital ortamda yazdığım romanlar; tarih, aşk, ihanet, kahramanlık ve insanın iç yolculuğu gibi evrensel temaları işler. Her satırda okuru geçmişe götüren bir iz, her paragrafta geleceğe seslenen bir umut gizlidir.

Romanlarımda işlediğim temel konular:

🏹 Tarihi Türk Destanları

💔 Aşk, Sadakat ve İhanet

⚔️ Savaş ve Barış Arasında Kalmak

🧠 İçsel Yolculuk ve Bilgelik

🌌 Mistik Anlatılar ve Evrensel Kodlar

📜 Töre, Kut, Yemin ve Göçebe Kültürü
Kutlu Yeminler, Sadakat ve İhanet, Gölgelerin Fısıltısı, Güneşin Sırlı Çağrısı, Formülün Ardındaki Evren gibi özgün romanlarımda; okuyucuyu sadece bir olay örgüsüne değil, derin düşünsel ve duygusal katmanlara da davet ediyorum.
Her bölüm, özenle işlenmiş bir yapboz parçası gibi kurgulanmıştır. Sade ama etkileyici bir dil kullanarak herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği anlatılar sunmayı hedefliyorum.

📖 Dijital Ortamda Yazdığım romanlar hakkında daha fazla bilgi edinmek ve tüm bölümlere ulaşmak için blog menüsünü kullanabilirsiniz.

✍️ Yazar: Zeki Güneş – Kelimelerle Kurulan Dünyaların Yolcusu Ben Zeki Güneş. Dijital ortamda yalnızca hikâyeler değil, zamanın ruhunu da yakalamaya çalışan bir yolcuyum. Yazarlık benim için bir meslek değil; bir mücadele, bir dua, bir kutlu yürüyüştür.

📍 Türkiye’nin köklü kültüründen beslenen bir yazar olarak, eserlerimde hem tarihi temalara hem de çağdaş insanın ruhsal bunalımlarına yer veriyorum. Her romanım, insana dair temel sorulara cevap arayan bir keşif yolculuğudur.

🎯 Yazar Olarak Hedefim: Türk edebiyatında özgün ve kalıcı eserler bırakmakOkuyucunun sadece gözünü değil, kalbini de doyurmakTarihi, matematiği, bilimi ve aşkı bir potada eriterek anlamlı hikâyeler kurmak

📚 Öne Çıkan Romanlarım: Kutlu Yeminler – Son Çağrılar: Oğuz ruhunu yeniden dirilten destansı anlatı Sadakat ve İhanet: Aşk ile ihaneti aynı çizgide buluşturan dramatik roman Güneşin Sırlı Çağrısı: Antik Mısır’dan yıldızlar arası yolculuğa uzanan bir keşif Formülün Ardındaki Evren: Matematiğin insan ruhuna açılan kapısı Gölgelerin Fısıltısı: Sessiz kalmışların ve unutulmuşların iç sesi

🖋️ Yazmak benim için; geçmişe saygı, bugüne tanıklık, geleceğe mirastır. Her kelimede inanç, her cümlede emek vardır. Bu yolda bana eşlik ettiğiniz için minnettarım.Romanları Reklamsız PDF olarak Satın Almak İsteyen Arkadaşlar guneszeki53@gmail.com adresinden bana ulaşabilirler

 



 





150 Bölümlük 312 Sayfalık Ormanın Sırlarına Yolculuk PDF Olarak 220 tl 16 Bölümlük 127 Sayfalık Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 200 tl 19 Bölüm 112 Sayfalık Aşk ve Tehlike 200 tl 42 Bölüm 158 Sayfalık Aşkın Son Perdesi 210 tl ***guneszeki53@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz***

24 Haziran 2025 Salı

Şehir ve Kasabanın Arasında Bir Dügüm Kitabını Oku

 


Şehir ve Kasabanın Arasında Bir Düğüm – İnegöl’de Bir Sahaf Romanı

Eski Zamanlar Sahaf Dükkanında Başlayan Hikâye

İnegöl’ün kalabalığından uzakta, asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde saklı kalmış bir zaman kapsülü gibiydi Elif’in sahaf dükkanı. “Eski Zamanlar” adını taşıyan bu sahaf, İnegöl’de kitap meraklılarının uğrak noktasıydı. Soluk maviye boyanmış tabelası, rüzgarın esintisiyle hüzünlü bir melodi çıkarıyor, dükkânın içi ise adeta geçmişin ruhunu saklıyordu.

Kitapların tozlu kokusu, eski zamanlardan fısıltılar taşırken Elif, bu rafların arasında kendi dünyasını kurmuştu. Günün sakin saatlerinde çayını yudumlarken, sahaf kapısı açıldı ve içeriye büyük şehrin karmaşasından kopup gelmiş gibi görünen bir adam girdi.

Şehirden Gelen Adam ve İnegöl’ün Sessizliği

Takım elbiseli, bakımlı, keskin bakışlı adam; Elif’in sahafında alışık olmadığı bir figürdü. Büyük şehrin yorgunluğunu üzerinde taşıyor, ama sesi beklenmedik kadar yumuşak çıkıyordu:
“Burayı internette buldum. Antika bir baskı arıyorum,” dedi.

Aradığı eser ise Jane Austen’ın ölümsüz romanı “Aşk ve Gurur” idi. Elif’in gözleri bir anda parladı; kitaplara duyduğu tutkuyla, bu nadir eserin özel bir baskısını sakladığını hatırladı.

Kitapların Arasında Doğan Bağ

Elif, adamı rafların arasına doğru götürdü. Tozlu sayfaların ve eski kâğıdın kokusu arasında, şehirli adamın yaydığı modern hava ve Elif’in toprağa yakın sakinliği karşılaştı.
İkisi de farkında olmadan, şehir ve kasabanın arasında bir düğüm atılmıştı. Bu düğüm, İnegöl’ün sessizliği ile büyük şehrin telaşının aynı anda var olabileceğinin kanıtıydı.



Şehir ve Kasabanın Arasında Bir Dügüm



 Bölüm 1 Eski Zamanlar

İnegöl'ün kalabalığından uzakta, asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde saklı kalmış bir zaman kapsülü gibiydi Elif'in sahaf dükkanı. "Eski Zamanlar" yazan, soluk maviye boyanmış tabelası rüzgarda hafifçe gıcırdıyordu.

İçerisi ise bambaşka bir dünyaydı; tavana kadar yükselen kitap rafları, her bir cildin kendine has kokusu, loş ışığın yarattığı sıcak atmosfer... Elif, bu tozlu rafların arasında adeta kendi evreninde yaşıyordu.

Parmakları yavaşça, sırtları yılların izini taşıyan kitapların üzerinde geziniyordu. Her birinin ayrı bir hikayesi olduğuna inanır, bazen onların fısıltılarını duyduğunu bile hayal ederdi. Bugün, dükkan her zamanki gibi sakindi. Öğle güneşi, vitrindeki eski bir gramofonun üzerinde parıldıyordu. Elif, arka taraftaki küçük masasında, yeni gelen bir parti kitabı tasnif ediyordu. Kahvesinden bir yudum alırken, kapının sesiyle irkildi.

İçeriye, sanki bambaşka bir gezegenden gelmiş gibi görünen bir adam girdi. Üzerinde kusursuz kesimli, koyu renk bir takım elbise vardı. Saçları kısa ve bakımlıydı. Etrafına attığı keskin bakışlarında, büyük şehirlerin telaşı ve yorgunluğu okunuyordu. Elif, böyle şık birini dükkanında pek görmezdi. Kalbi hafifçe hızlandı.

Adam, birkaç saniye etrafına göz gezdirdikten sonra, Elif'in olduğu tarafa yöneldi. "Merhaba," dedi, sesi beklenenden daha yumuşaktı. "Burayı internette buldum. Antika bir baskı arıyorum."

Elif, elindeki kitabı bırakarak gülümsedi. "Hoş geldiniz. Yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım. Ne tür bir baskı arıyorsunuz?"

Adam, cebinden buruşuk bir not kağıdı çıkardı. "Jane Austen'ın 'Aşk ve Gurur'unun ilk baskısı olabilirse..."

Elif'in gözleri parladı. Nadir kitaplara olan tutkusu hemen canlanmıştı. "Ah, 'Aşk ve Gurur'..." dedi heyecanla. "Elimde ilk baskısı olmasa da, oldukça eski ve özel bir baskısı var. Gelirseniz gösterebilirim."

Sarayın Ardındaki Gölge Kitabını Oku

 




Sarayın Ardındaki Gölge

 

 

Bölüm 1: Kaderin Kesiştiği Gün

İstanbul, 17. yüzyıl… Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamı, Topkapı Sarayı’nın taş duvarlarında yankılanırken, içeride bambaşka bir hayat sürmektedir. Güç oyunları, entrikalar ve imkânsız aşklar sarayın sessiz koridorlarında gizlice yaşanır.

Sadrazamın kızı Leyla, sarayın süslü pencerelerinden dışarıyı izlerken, gözleri bahçenin en ücra köşesine takıldı. Orada, elleri toprakla kaplanmış, güneşin altında parlayan gözleriyle bir genç duruyordu. Kemal, bostancı ocağının çalışkan neferlerinden biriydi. Ancak o sadece bahçeyle ilgilenmiyordu; sarayın gölgelerinde fısıldanan sırları da hissedebiliyordu.

Leyla ile Kemal’in kaderleri, bir bahar günü çiçeklerin arasında kesişti. İlk bakışta bir tesadüf gibi görünen karşılaşmaları, aslında çok daha büyük bir hikâyenin başlangıcıydı. Leyla'nın merakı, Kemal'in keskin zekasıyla birleştiğinde ikisi, sarayın ardındaki gölgede saklanan bir ihanetin izini sürmeye başladılar.

Leyla’nın babası Sadrazam, saray içindeki taht oyunlarının farkında mıydı? Kemal’in sadakatini sınayacak ne gibi olaylar yaşanacaktı?

Sarayın ardındaki gölge giderek büyürken, aşk ve ihanet iç içe geçiyordu...

Leyla, babasının gözetimi altında büyüyen bir genç kadındı; sadrazamın kızı olmanın sorumluluğu, üzerine ağır bir yük gibi çökmüştü. Sarayda özgürlüğü kısıtlanmışken, dış dünyayı yalnızca pencerelerden izleyebilirdi. Oysa Kemal, çiçekleri budarken, sarayın gölgelerinde dolaşırken ve bostancılar arasında büyürken bambaşka bir hayat sürmüştü.

Malazgirt'te Bayram Sabahı Kitabını Oku

 



Malazgirt'te Bayram Sabahı

 

Bölüm 1: Sultanın Gölgesinde Bayram Sevinci

Yıl 1071... Takvimler, kışın en sert dişlerini yeni söktüğü, baharın ise henüz tam olarak cesaretini toplayamadığı ilk ayları gösteriyordu. Üç ayların ve oruçla geçen bir Ramazan'ın ardından, Malazgirt ovası belki de yılın en çok beklenen sabahına uyanmıştı:

Bayram sabahına. Güneş, Ağrı Dağı'nın karlı zirvelerinin arkasından nazlanarak yükseliyor, ilk altın huzmeleri ovaya dağılmış çadırların üzerine, kasabanın Bizans mimarisinden izler taşıyan ama Selçuklu ruhuyla yeniden şekillenmiş taş duvarlarına ve mazgallarına vuruyordu.

Gece ayazının keskinliği hala hissedilse de, doğan güneşle birlikte topraktan hafif bir buğu yükseliyor, uzaklardaki Murat Nehri'nin şırıltısı sanki bugüne özel bir melodi fısıldıyordu.

On yaşındaki Ahmet, babasının Horasan seferinden yadigâr, kök boyayla renklenmiş, motiflerinde atlar ve kuşlar koşturan eski kilimin üzerinde gözlerini araladı. Oda loştu ama pencerenin kenarından sızan ışık, toz zerrelerini havada dans ettiriyordu.

Dışarıdan gelen sesler, her zamankinden farklıydı; koşturan çocukların tiz çığlıkları, avlulardan yükselen telaşlı konuşmalar, nal sesleri ve ara sıra duyulan metal şıkırtıları... Bugün Bayram'dı. Bu kelime bile Ahmet'in içini ısıtmaya yetiyordu.

Yatağının yanındaki alçak sedirde, dün akşam annesinin özenle hazırladığı bayramlıkları duruyordu: Koyu mavi, ipekle işlenmiş yakasıyla göz alan bir yelek, altına giyeceği bol paçalı, rahat bir şalvar ve ayağına geçireceği, derisi yumuşacık yeni çarıklar.

Kül Ve Yıldız Tozu Kitabını Oku

 



KÜL VE YILDIZ TOZU

 

Bölüm 1: Kızıl Şafakta Doğan Sürücü

Gökyüzü, kanla yıkanmış gibiydi. Kızıl şafak, "Gölge Dişli Dağları"nın sivri tepelerini yalarken, Elara sessizce bir yıkık kulenin gölgesine sinmiş, soluk soluğa bekliyordu. Sırtında, annesinden kalan tek miras olan "Yıldız Tozu" işlemeli pelerini parıldıyor, avuçlarındaysa "ateş çağıran" bir yara izi kıpkırmızı yanıyordu. Ejderha sürücüsü olmanın damgasıydı bu. Ne var ki ejderhalar, "Büyük Sessizlik"ten beri kayıplardı...

Ta ki o gece.

Gök yarıldı. Bir çığlık, dağları titretti. Kara bulutların arasından kanatları gümüş pullarla kaplı devasa bir gölge daldı! Elara’nın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Ejderha… Ama bu bir savaş ejderhası değildi. Kanadı kırıktı, pulları sönük, gözlerinde insana ait bir korku vardı. Hayvan değil, "Akıl Sahibi"ydi bu!

"Sen… beni çağırdın mı?" diye fısıldadı yaratık, zihnine dokunan bir sesle.

Elara, titreyen elini uzattı:
"Evet. Çünkü *o* geri döndü…
Küllerin Efendisi.
Ve seninle, Ejderha Tahtı’nı yeniden kuracağız."

Derken, uzaktan ölüm çığlıkları yükseldi. "Kül Sürücüleri" geliyordu. Onlar da bir ejderha bulmuşlardı: Gözleri kömür karası, nefesi zehir olan bir canavar…

Kılıç ve Yemin Kitabını Oku

 


Kılıç ve Yemin

 

 

Bölüm 1: Yemin Gecesi

Osmanlı'nın Rumeli'deki serhat kalelerinden biri olan Zvornik’te gece çökmüştü. Nehirden yükselen sis, taş surların gölgesine sokulmuş, her şeyi sessizliğe boğmuştu. Mehtap, kalenin iç avlusuna sızarken, genç akıncı Turhan’ın yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Bugün onun yemin gecesiydi.

Saraybosna doğumlu, yetim büyümüş bir çocuk olan Turhan, küçük yaşta devşirilmiş, acemioğlanı olarak eğitilmişti. Zekâsı ve cesaretiyle kısa sürede akıncı ocağında yer bulmuştu. Şimdi ise önünde büyük bir sınav vardı: Akıncılar arasında asıl kabul edilmek için, hem silaha hem sadakate dair yemin etmeliydi.

Saray meydanında meşaleler yanarken, yaşlı başbuğ Hüseyin Dede kürsüye çıktı. Elinde bir Osmanlı kılıcı, yüzyıllardır kuşaktan kuşağa devredilen bir onur simgesiydi. Kalabalık sessizliğe gömüldü. Sadece nehirden gelen hafif su şırıltıları duyuluyordu.

22 Haziran 2025 Pazar

Kanuni’nin Gözdesi Kitabını Oku

 



Kanuni’nin Gözdesi

 

Bölüm 1 Konstantiniyye, Topkapı Sarayı – 1529 Baharı

Tuzlu suyun ve yanık ahşabın geniz yakan kokusu hala burun deliklerinde, güvertede dalgaların dövdüğü tahtaların gıcırtısı hala kulaklarındaydı sanki.

Ama Elisa gözlerini araladığında ne Adriyatik’in hırçın maviliğini gördü ne de Venedik gemilerinin parçalanmış enkazını. Gördüğü şey, hayatında gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu; baş döndürücü, boğucu ve korkutucu bir karmaşa idi.

Altın yaldızlı tezyinatlarla süslü, loş bir meşalenin titrek ışığıyla aydınlanan yüksek tavanlar kayboluyor gibiydi. Hava, ağır parfümlerin, terin, pişen yemeğin ve rutubetin tuhaf bir karışımıyla doluydu. Etrafında, kendisi gibi şaşkın, korkmuş ya da belki de umursamaz görünen onlarca genç kız vardı.

Izdıraplı Kalp Kitabını Oku

 






Bölüm 1 : Gölgedeki Sevda

 

Rüzgâr, Nişabur’un kadim surlarına çarparken taşıdığı tozla birlikte geçmişin fısıltılarını da getirmişti. Bahar henüz tam uyanmamış, ağaçlar yeşermeye yeni başlamıştı. Güneş, şehrin minarelerine eğik bir açıyla vuruyor, gölgeler uzun ve sessizce uzanıyordu taş sokaklara.

Melikşah Bey, atının üzerinde şehre doğru ilerlerken gözlerini semaya dikmişti. Yirmi sekiz yaşındaki bu Selçuklu komutanı, yalnızca savaş meydanlarında değil, kalbinin içinde de çetin savaşlar vermişti.

Sultan’ın emriyle Nişabur’a tayin edilmiş, isyancı bir beyin bastırılmasının ardından şehrin huzurunu sağlamakla görevlendirilmişti. Ama kalbinin en derin köşesinde, bu şehrin ona başka bir kader sunacağını hissetmekteydi.

Nişabur’un çarşısından geçerken, gözleri kalabalığın içinde bir çift gözle kesişti. Kumaş tezgâhlarının arasında, başındaki örtüyü hafifçe geriye atmış, elleriyle ipekleri incelerken bir kadın…

Zarifti, fakat yalnızca güzelliği değil; duruşunda bir asalet, gözlerinde derin bir keder saklıydı. O gözler bir an için Melikşah’ın yüreğine hançer gibi saplandı.

Kadının adı Zeynep Hatun’du. Nişabur’un saygın ailelerinden birinin kızı, merhum kadı Halefeddin’in tek evladıydı. Babasının ölümünden sonra çarşıdaki işleri yürütmek annesiyle ona düşmüştü.

İstanbul’da Son Bahar Kitabını Oku

 



İstanbul’da Son Bahar

 

Konstantiniyye, Ekim 1453

Toz ve is kokusu, artık şehrin nefesi olmuştu. Elara, bir zamanlar annesinin gül bahçesi olan, şimdiyse kurumuş dalların ve rüzgarla savrulan küllerin hüküm sürdüğü avluya bakan pencerenin kırık pervazına usulca yaslandı.

 Havanın serinliği, ince elbisesinden tenine işliyor, içindeki o hiç dinmeyen sızıyı körüklüyordu. Altın rengi yapraklar, çaresizce savrularak taş zemine düşerken, sanki Konstantiniyye’nin yitip giden ihtişamına ağıt yakıyorlardı. Bu, şehrin gördüğü en hazin sonbahardı; sadece ağaçlar değil, umutlar da yapraklarını döküyordu.

Babası Demetrios’un çalışma odasından geriye kalanlar, yağmalanmış bir kütüphanenin acı hatıralarıydı. Değerli el yazmalarından arta kalan yanık tomar parçaları, dağılmış parşömenler, kırık bir mürekkep hokkası… Elara’nın parmakları, bir zamanlar babasının bilge sözlerini yazdığı, şimdi ise anlamsız karalamalarla dolu bir kağıt parçasına dokundu. Gözleri doldu, ama ağlayamadı. Gözyaşları da kurumuştu sanki, kalbindeki o devasa boşluk gibi.

Haliç’te Kan ve Gül Kitabını Oku

 



Bölüm 1: Fırtına Öncesi Sessizlik

İstanbul, 1452 baharı…
Surların ardında ihtişamlı bir şehir; çarşılarında baharat kokusu, kıyılarında ise Haliç’in derin sessizliği hüküm sürüyordu. Osmanlı donanması Galata kıyılarında hummalı bir hazırlık içindeydi. Limanda ipler gergin, gemilerin yelkenleri katlı, tayfalar gözleriyle ufku arıyordu.

Maviçelebi Mehmed, Osmanlı bahriyesinin genç ama deneyimli leventlerinden biriydi. Kasımpaşa tersanesinin uğultusunda doğmuş, tuzlu deniz havasıyla büyümüştü. Onun için deniz, yalnızca bir meslek değil, bir kaderdi. Bugünse bu kader, onu hiç beklemediği bir yöne sürükleyecekti.

19 Haziran 2025 Perşembe

Güneydoğu Askerlik Maceraları Kitabını Oku


 


Güneydoğu Askerlik Maceraları

 

Bölüm 1: Sessiz Dağlar

 

Güneydoğu'nun dağlık coğrafyası, sislerin arasında saklanan kadim sırlar gibi duruyordu. Teğmen Cem, elindeki haritaya son kez göz attı. Görev açıktı: Teröristlerin faaliyet gösterdiği bölgeye sızmak, koordinatları belirlemek ve saldırıya hazırlık yapmak.

Ama bu görev, yalnızca silahın doğrultulduğu bir hedef değildi. Cem için bu dağlar, kayıpların gömüldüğü yerdi. Yıllar önce burada bir çatışmada en yakın arkadaşını kaybetmişti. O günden beri, her adımı yalnızca bir görev değil, bir hesaplaşma olmuştu.

Gece Çöküyor Birlikten ayrılıp keşif için ilerlediğinde, rüzgâr kuru otların arasından geçerek uğultulu sesler çıkarıyordu. Cem, silahını kavradı ve dikkatle çevresini taradı. Sessizlik bazen bir çığlıktan daha korkutucu olabilirdi. Gözleri, uzaktaki yamaçta hareket eden gölgeleri yakaladı. Teröristler beklediği gibi kamp kurmuşlardı.

Radyosundan sessiz bir mesaj geçti: “Pozisyonunu koru, gözlem yap. İrtibatı koparma.”

Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi Bölüm 1 Kudretin Gölgesi Online Oku

 



 Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi,Osmanlı tarihi roman,tarihi aşk romanı,Osmanlı saray entrikaları,sultanın hikayesi,taht mücadelesi roman,ihanet ve savaş romanı,Osmanlı İmparatorluğu kitap,tarihi kurgu roman,entrika dolu romanlar,Osmanlı dizileri tadında roman,padişah dönemi hikayesi,tarih severler için kitap,destansı tarihi roman,Osmanlı aşk ve ihanet hikayesi

Bölüm 1: Kudretin Gölgesi

Alaca karanlık, Erciyes'in heybetli siluetini yutmaya başlarken, Kayseri Kalesi'nin surları üzerinde nöbet tutan akıncıların solukları, ayazın keskin bıçağına takılıyordu. Anadolu'nun geniş bozkırlarına yayılan sessizliği, uzaktan gelen kurt ulumaları bozuyor, bazen de bir atın kişnemesi yarıyordu. Ama o geceki sessizlik, her zamankinden ağırdı. Sanki tüm topraklar, yaklaşan büyük bir değişimin nefesini tutmuştu.

Sultan Alparslan... Nam-ı diğer "Arslan Alp", kılıcının gölgesinde Selçuklu İmparatorluğu'nu doruklara taşımış, Malazgirt'te Bizans'ın mağrur ordularını dize getirmiş,

Anadolu'nun kapılarını ardına kadar Türklere açmıştı. Onun adı, efsanelerle anılıyordu. Lakin şimdi, bu kudretli sultanın son nefesini verdiği haberi, bir fısıltı rüzgarı gibi sarayın dehlizlerinde dolaşıyordu.

Önce kulaktan kulağa, sonra dudaktan dudağa yayılan bu haber, tüm saray erkanını, hatta Anadolu'nun en ücra köşesindeki çobanları bile derin bir yasa boğmuştu. Kudretli çınar devrilmiş, gölgesi ansızın çekilmişti.

Aslıhan, penceresinin önünde, soğuk mermer pervaza yaslanmış, akşam namazına çağıran ezanın yankısını dinliyordu. Yüzünde tarifsiz bir keder, gözlerinde ise tuhaf bir parıltı vardı. Sultan'ın vefat haberi, onu da derinden sarsmıştı elbette.

Alparslan, onun babasının dostu, halkının yüce hükümdarıydı. Ama bu ölüm, aynı zamanda sarayda dengeleri altüst edecek, herkesin kaderini yeniden yazacak bir tufanın başlangıcıydı. Ve Aslıhan, bu tufanın ortasında kalacağını hissediyordu.

Yirmi baharı henüz geride bırakmış olan Aslıhan, Kayseri'nin en soylu ailelerinden birine mensuptu. Soylu kanı damarlarında dolaşıyor, güzelliği ise Kayseri'nin her köşesinde dilden dile dolaşıyordu. Uzun, gür, gece karası saçları beline kadar uzanır, kehribar rengi gözleri ise zekanın ve derin bir ruhun aynasıydı.

O, saraydaki diğer genç kızlar gibi işlemelerle, dantellerle ve dedikodularla vakit geçirmek yerine, kütüphanesinde saatler geçirir, eski el yazmalarını inceler, Farsça şiirler okurdu. Babasının vefatından sonra geriye kalan o büyük kütüphane,

 Aslıhan'ın en büyük sığınağı olmuştu. Geleneksel Selçuklu kadınının aksine, onun zihni, kafese kapatılamayacak kadar özgürdü.

"Aslıhan Hanım," ince, titrek bir ses yankılandı kapıdan. Fatma Ana'ydı. Yıllardır Aslıhan'ın babaannesi, sırdaşı, yeri geldiğinde annesi olmuştu. Saçları kar beyazına dönmüş, yüzü nice hayat tecrübelerinin izleriyle doluydu. "Hava soğudu. İçeri gelin, üşüteceksiniz."

Aslıhan yavaşça pencereden ayrıldı. "İçimdeki yangın, dışarıdaki ayazdan daha şiddetli, Fatma Ana." Sesi fısıltı gibiydi. "Sultan'ın vefatı... Ne olacak şimdi? Saraydaki fısıltıları duydunuz mu?"

Fatma Ana, titreyen elleriyle Aslıhan'ın omzuna dokundu. "Duymaz mıyım kızım? Tahtın varisi genç Melikşah. Ama Şehzade Ayaz da boş durmaz. O gözleri hep tahtta olmuştur."

Şehzade Ayaz. Bu isim, Aslıhan'ın zihninde bir gölge gibi belirdi. Sultan Alparslan'ın yeğeniydi. Yakışıklı, karizmatik ama aynı zamanda hırslı ve acımasız olduğu söylenen bir adamdı.

Ayaz, Aslıhan'a olan ilgisini hiç gizlememişti. Birkaç kez sarayda düzenlenen şölenlerde gözlerini Aslıhan'dan ayırmamış, ona özel iltifatlarda bulunmuştu. Aslıhan, bu iltifatlardan rahatsızlık duyardı. Ayaz'ın bakışlarında sadece bir iltifat değil, aynı zamanda bir sahiplenme arzusu vardı.

"Ayaz, tahtı kolay kolay bırakmaz," dedi Aslıhan, sesindeki endişeyi gizleyemeyerek. "Kılıç Arslan nerede bu karmaşanın ortasında?"

Emir Kılıç Arslan. Bu isim, Aslıhan'ın kalbinde farklı bir tını uyandırdı. Çocukluk arkadaşı, gençliğinin ilk aşkı. Yiğit, dürüst ve gözü pek bir komutandı. Sultan Alparslan'ın en güvendiği akıncılardandı. Babası da Kılıç Arslan'ın babasıyla çok iyi dosttu.

Savaş meydanlarındaki cesareti dillere destandı. Ama Kılıç Arslan, yıllardır saraydan uzakta, uç beyliklerinde görev yapıyordu. En son duyduğuna göre Doğu'da, Bizans sınırlarında önemli bir kaleyi fethetmişti.

Fatma Ana iç geçirdi. "O yiğit delikanlı şimdi Kayseri'ye dönüyordur herhalde. Sultan'ın ona son bir emri olduğunu duydum. Melikşah'ın tahta geçişinde ona yardımcı olmasını istemiş."

Bu haber, Aslıhan'ın yüreğine hem bir umut hem de bir korku saldı. Kılıç Arslan'ın dönmesi demek, onunla yüzleşmesi demekti. Aralarındaki o derin, bastırılmış duygu, yıllardır bir sır gibi saklı kalmıştı. Onların aşkı, masum çocukluk oyunlarından filizlenmiş, gençlik yıllarında gizli bakışlarla, kaçamak gülüşlerle büyümüştü.

Ama soyluluk ve saray kuralları, onların bir araya gelmesini engellemişti. Kılıç Arslan'ın asker kişiliği, Aslıhan'ın özgür ruhuyla ne kadar örtüşürdü ki?

O gece, Kayseri'nin üzerinde sadece ay değil, bir belirsizlik bulutu da asılıydı. Sultan'ın vefatı, imparatorluğun dört bir yanına yayılan bir dalgalanma yaratmıştı. Melikşah'ın tahta çıkması, Nizamülmülk'ün siyasi dehasıyla gerçekleşecek gibi görünse de, Ayaz gibi hırslı şehzadeler ve iç karışıklıklar, Selçuklu'nun kudretli kalesini sarsmaya hazırdı.

Ertesi sabah, Kayseri'nin büyük kapıları, Sultan Alparslan'ın cenazesine katılmak için başkente akın eden beyleri, emirlikleri ve tüccarları ağırlıyordu. Sarayın avlusu, siyah giysili insanlar ve acılı yüzlerle doluydu. Hava, ağıt sesleriyle doluydu. Ama bu ağıtların arasında, yeni bir düzenin ilk tohumları da ekiliyordu.

Aslıhan, babaannesiyle birlikte cenaze törenine katılmıştı. Uzaktan, genç Melikşah'ın kederli yüzünü gördü. Henüz çok gençti ve omuzlarına yüklenen yük, gözlerinde okunuyordu. Nizamülmülk ise Melikşah'ın hemen yanında, tüm heybetiyle duruyordu. Vezirin yüzünde, acının yanı sıra, ülkenin geleceğine dair derin düşünceler okunuyordu.

Törenin ardından, saraydaki atmosfer daha da gerginleşti. Herkes, taht kavgasının nasıl sonuçlanacağını, yeni sultanın kim olacağını merak ediyordu. Fısıltılar, komplolar, dedikodular... Saray, bir anda entrikaların ağına dönüşmüştü.

Tam o sırada, avlunun girişinde bir hareketlenme oldu. Zırhları topraklı, yüzü yorgun ama gözleri keskin bir grup akıncı belirmişti. Grubun en önündeki adam, uzun boylu, geniş omuzlu ve adeta çelikten oyulmuş gibiydi. Saçları dağınık, yüzünde birkaç günlük sakal vardı ama bakışları kararlı ve mağrurdu. Üzerindeki Selçuklu zırhı, ona ayrı bir ağırlık katıyordu.

Bu, Emir Kılıç Arslan'dan başkası değildi.

Sultan Alparslan'ın son emrini yerine getirmek için, dinlenmeden, soluklanmadan yedi gündür at sırtındaydı. Gözleri avludaki kalabalığın üzerinde gezindi, ta ki o kehribar rengi gözlere takılana dek. Aslıhan da onu fark etmişti.

Bir an için, aralarındaki tüm kalabalık silindi, zaman durdu. Yılların ayrılığı, anlık bir bakışla eridi gitti. Kılıç Arslan'ın dudaklarında acı bir tebessüm belirdi, Aslıhan'ın gözlerinde ise hem şaşkınlık hem de bastırılamayan bir özlem parladı.

Ama bu an, uzun sürmedi. Kılıç Arslan, başını çevirerek Nizamülmülk'e doğru ilerlemeye başladı. Bakışları artık tamamen görevine odaklanmıştı. Onun gelişi, saraydaki fısıltıları durdurdu, herkesin dikkatini üzerine çekti. O, sadece bir komutan değil, aynı zamanda Sultan'ın son vasiyetinin taşıyıcısıydı.

Biraz sonra, Şehzade Ayaz da Kılıç Arslan'ı fark etti. Yüzündeki kibirli gülümseme dondu, yerini keskin bir ifadeye bıraktı. Gözlerinde yanan hırs ateşi, Kılıç Arslan'a yönelmişti. Ayaz, Kılıç Arslan'ın Melikşah'ın en büyük destekçisi olacağını biliyordu ve bu, onun taht hayallerini suya düşürebilirdi.

Aslıhan, bu iki adamın bakışmalarını izlerken, buz gibi bir ürperti hissetti. Saraydaki fısıltılar, şimdi daha da şiddetli bir hal almıştı. Bu iki yiğit Selçuklu'nun arasındaki gerilim, adeta havada asılı kalmıştı.

Ve Aslıhan biliyordu ki, kendisi de bu büyük mücadelenin, bu "Efsane ve Yıkım" destanının bir parçası olacaktı. Gönlünün bir tarafında Kılıç Arslan'ın aşkı, diğer tarafında ise Ayaz'ın tehditkar gölgesi. Kaderi, bu iki adamın ve taht kavgasının ortasında şekillenecekti.

Kılıç Arslan, avlunun buz kesen havasında adımlarını Nizamülmülk'e doğru yöneltirken, bakışları bir an olsun Aslıhan'dan ayrılmıyordu. O kehribar rengi gözler, yıllardır zihninin en kuytu köşesinde sakladığı bir efsane gibiydi. Aslıhan da ona bakıyordu; merak, özlem ve gizli bir korkuyla harmanlanmış bu bakışlar, kalbinin atışını hızlandırıyordu.

Etraflarındaki saray erkanının ve kederli halkın fısıltıları, bu anlık büyünün içinde kaybolmuştu. Sadece onlar vardı, bir de aralarındaki görünmez, kadim bağ.

Ama zaman, bu tür kişisel anlara izin vermeyecek kadar acımasızdı. Kılıç Arslan, duty'sinin ağırlığı altında ezildiğini hissederek, başını çevirdi ve Nizamülmülk'e doğru kararlı adımlarını sürdürdü.

Nizamülmülk, Selçuklu'nun bu kudretli veziri, Kılıç Arslan'ı görmekten memnuniyet duyan bir ifadeyle, ancak yüzündeki endişe ve yorgunluğu gizleyemeyerek karşıladı. "Emir Kılıç Arslan," dedi sesi tok ve buyurgandı, "Hoş geldin. Tam da sana ihtiyacımız vardı."

Kılıç Arslan, vezirin önünde saygıyla eğildi. "Sultan Alparslan'ın son emrini yerine getirmek için geldim, Vezirim. Genç Melikşah'ın tahta geçişini sağlamak boynumuzun borcudur."

Ayaz'ın keskin bakışları, bu sözlerin üzerine Kılıç Arslan'ın sırtına saplandı. Şehzade, Nizamülmülk'ün yanında duran genç Melikşah'ın ürkek ama kararlı duruşuna baktı.

Gözlerinde yanan hırs ateşi, Kılıç Arslan'ın varlığıyla daha da alevlenmişti. Melikşah'ın tahta geçişi, Ayaz'ın tüm planlarını bozabilirdi. Oysa Ayaz, Sultan'ın vefat haberini alır almaz, tahtı ele geçirmek için gizlice Kayseri'ye gelmiş, saraydaki kendine bağlı beyleri ve komutanları etrafında toplamaya başlamıştı.

Kılıç Arslan, Nizamülmülk ve Melikşah ile birlikte özel bir odaya çekildi. İçeride, loş ışıkta haritalar serilmiş, devlet meseleleri konuşuluyordu. Kılıç Arslan, Sultan Alparslan'ın son nefesinde bile Melikşah'ın tahta geçmesini vasiyet ettiğini anlattı.

"Sultanım, Malazgirt'in yiğit komutanı, son anlarında bile devletin bekasını düşündü. Melikşah'ın gençliğini ve tecrübesizliğini biliyordu. Bu yüzden benim gibi sadık kullarına, onun yanında durmamızı emretti."

Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın sözlerini onayladı. "Doğrudur, Emir. Melikşah gençtir, ama zekası ve adalete olan inancıyla babasına layık bir veliahttır. Lakin şu anki durum hassastır. Şehzade Ayaz boş durmayacak. Onun sarayda ve ordu içinde destekçileri var."

Melikşah, yüzündeki kederli ifadeyle Kılıç Arslan'a baktı. "Emir Kılıç Arslan, babam sana çok güvenir, ben de öyle. Senin gibi yiğit bir komutanın yanımda olması, gücüme güç katar."

Kılıç Arslan, genç Sultan'ın bu samimi sözlerinden etkilendi. "Başım gözüm üstüne Sultanım. Canım pahasına da olsa, tahtınızı ve devletinizi koruyacağım."

Bu sırada, Aslıhan ve Fatma Ana da törenden sonra konaklarına dönmüştü. Aslıhan'ın zihni, Kılıç Arslan'ın beklenmedik gelişiyle çalkalanıyordu. O anki bakışma... Sanki yıllar hiç geçmemişti. İçindeki çocuksu aşk, şimdi genç bir kadının yüreğinde yeniden filizlenmeye başlamıştı.

"Fatma Ana," dedi Aslıhan, mermer zeminde volta atarak. "Kılıç Arslan değişmiş. Yorgun ama daha kararlı bir hali vardı. Bir komutan olmuş..."

Fatma Ana, tezgâhta iplik sararken gülümsedi. "Yıllar geçer kızım. İnsanlar da değişir. Ama özlerindeki cevher aynı kalır. Kılıç Arslan, Sultan Alparslan'ın gözde komutanıydı. Şimdi de genç Sultan'ın yanında duracak. Bu, Ayaz'ın hiç hoşuna gitmez."

Aslıhan derin bir nefes aldı. "Ayaz... Onun gözlerindeki ihtirası görmemek mümkün değil. Bana olan ilgisini de biliyorum. Sanki bu saray, bir anda bir tuzak halini aldı."

Fatma Ana, başını salladı. "Bu saray her zaman böyle olmuştur kızım. Tahtın gölgesi, bazen sevginin, bazen dostluğun, bazen de hayatın üzerine düşer ve her şeyi karartır. Dikkatli olmalısın."

Fatma Ana'nın sözleri, Aslıhan'ın aklına Kılıç Arslan'ı getirdi. Onunla konuşması gerekiyordu. Yıllardır birikenleri, sarayın bu çalkantılı atmosferinde bile olsa, bir nebze de olsa dindirmesi gerekiyordu.

Akşam yemeği için sarayın büyük yemek salonu hazırlanırken, saray erkanı, beyler ve ileri gelenler bir araya geldi. Bu, Melikşah'ın yeni sultan olarak ilk resmi görünüşlerinden biriydi. Ancak atmosfer, kutlamadan çok, gerginlikle doluydu. Şehzade Ayaz, masanın bir ucunda, etrafındaki yandaşlarıyla kısık sesle konuşuyordu. Gözleri sürekli Melikşah'ın ve Nizamülmülk'ün üzerinde geziniyordu.

Kılıç Arslan, Melikşah'ın hemen yanında oturuyordu. Aslıhan, karşı masada babaannesiyle birlikte yerini almıştı. Bakışları yine kesişti. Bu seferki bakışmada, geçmişin hatıraları daha belirgindi. Çocukken oynadıkları oyunlar, bahçedeki gizli buluşmaları, birbirlerine fısıldadıkları hayaller... Tüm bunlar, şimdi sarayın acımasız gerçekliğiyle çarpışıyordu.

Yemek devam ederken, Ayaz'ın sesi birden yükseldi. "Sayın Vezirim, Sultan Alparslan'ın ani vefatı hepimizi yasa boğdu. Ancak devletin bekası için acilen bir karara varılması gerekmektedir. Melikşah gençtir. Bu kadar büyük bir imparatorluğun yükünü omuzlaması için tecrübesi yetersiz olabilir."

Sözleri, yemek salonunda bir uğultuya neden oldu. Herkes, nefesini tutmuş, olacakları bekliyordu. Ayaz, meydan okuyordu.

Nizamülmülk, Ayaz'a döndü, yüzündeki ifade çelik gibi sertti. "Şehzade Ayaz, Sultan'ın vasiyeti bellidir. Melikşah, babasının izinden gidecektir ve bu devletin yeni sultanıdır. Onun gençliği, bizim gibi tecrübeli devlet adamlarının ve yiğit komutanların rehberliğiyle aşılacaktır."

Ayaz alaycı bir şekilde gülümsedi. "Elbette Vezirim. Ancak biliyoruz ki, Sultan Alparslan'ın başka oğulları da vardı. Neden sadece Melikşah? Adil olmak gerekmez mi?"

Bu sözler, Kılıç Arslan'ın sabrını taşırdı. Sandalyesinden kalktı. "Şehzade Ayaz," dedi sesi tok ve gürdü, salonun dört bir yanına yayıldı. "Sultan Alparslan'ın vasiyetini yerine getirmek, hepimizin boynunun borcudur. Benim görevim, Melikşah'ın tahta geçişini sağlamaktır. Bu konuda yapılacak her türlü girişim, devlete karşı gelmek demektir!"

Ayaz'ın gözleri öfkeyle parladı. "Emir Kılıç Arslan! Sen kim oluyorsun da bana ahkam kesiyorsun? Ben bir şehzadeyim! Sen ise sadece bir emirsiz!"

Kılıç Arslan, bir adım ileri attı. "Ben, Sultan Alparslan'ın kılıcıyım, Şehzade! Onun son emrini yerine getirmek için buradayım. Ve o emir, Melikşah'ın tahta geçmesidir. Bu devlette tek bir sultan olur, o da Melikşah'tır!"

Gerilim tavan yapmıştı. Salondaki beyler ve komutanlar, kimi Ayaz'a, kimi Kılıç Arslan'a bakıyordu. Aslıhan, yerinden kalkmaya yeltendi ama Fatma Ana kolundan tuttu. "Dur kızım, karışma!" diye fısıldadı.

Melikşah, oturduğu yerden ayağa kalktı. Yüzünde gençliğin verdiği toyluk gitmiş, yerine bir sultanın kararlılığı gelmişti. "Yeter!" diye gürledi sesi, beklenmedik bir tonda.

"Bu sarayda, benim huzurumda bu tür tartışmalara yer yoktur! Sultan Alparslan'ın vasiyeti yerine getirilecektir! Ben, Melikşah, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yeni sultanıyım!"

Melikşah'ın bu kararlı çıkışı, Ayaz'ı bir an için şaşırttı. Ayaz'ın yüzündeki öfke, yerini soğuk bir intikam arzusuna bıraktı. Kılıç Arslan'a kinle baktı, ardından yavaşça yerine oturdu. Ama salondaki herkes biliyordu ki bu, sadece bir başlangıçtı.

Yemek dağıldığında, Kılıç Arslan, Aslıhan'ın masasının yanından geçerken duraksadı. Aslıhan, gözlerini ondan kaçıramadı.

"Aslıhan," dedi Kılıç Arslan, sesi alçaktı ama kararlıydı. "Kayseri'ye döndüğümü duyduğuna sevindim. Seni tekrar görmek..."

Aslıhan, sözünü tamamlamasına fırsat vermeden konuştu. "Sen de öyle, Kılıç Arslan. Ama sarayın durumu ortada. Dikkatli olmalısın."

Kılıç Arslan, hafifçe gülümsedi. "Ben her zaman dikkatli olmuşumdur, Aslıhan. Sen de öyle ol. Bu sarayda fırtınalar kopacak. Kendini koru." Bakışları bir an için Ayaz'ın oturduğu yere kaydı, sonra yeniden Aslıhan'ın gözlerine döndü. "Konuşmalıyız. Her şeyi."

Aslıhan başını salladı. "Evet. Konuşmalıyız."

Bu kısa konuşma, saraydaki diğer gözlerden kaçmadı. Özellikle Ayaz'ın casuslarının gözünden. Aslıhan ve Kılıç Arslan arasındaki bu açık bağ, Ayaz'ın hırs ve kıskançlık ateşini daha da körüklemişti.

Gece çöktüğünde, Kayseri Kalesi'nin surları yine sessizliğe büründü. Ancak bu sessizlik, fırtına öncesi bir sessizlikti. Sarayın içinde, aşkın, ihanetin, ihtirasın ve savaşın tohumları atılmış, büyümeye başlamıştı. Ve Aslıhan, Kılıç Arslan ve Ayaz, bu fırtınanın en merkezinde yer alacaklarını, henüz tam olarak farkında değillerdi. Kaderin rüzgarları, Selçuklu topraklarında yeni bir destanı yazmaya başlamıştı bile.

 

📖 Hikayeye Devam Et

Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 2 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi Bölüm 2 Gölgelerin Dansı Online Oku

Altın Kafes Kitabını Oku


Altın Kafes

 


BÖLÜM 1


Pompei, M.S. 79

Pompei'nin her köşesinde canlı bir nefes vardı. Pazarların gürültüsü, esnafların çığlıkları, sokak aralarından yükselen şarap kokusu, tapınaklardan gelen ilahi sesleri ve amfi tiyatronun kalabalık fısıltıları...

Şehir, Vezüv'ün yamacında, dünyanın tüm ihtişamını ve sefahatini barındıran bir inci gibi parlıyordu. Ancak bu ışıltının altında, gözlerden uzak, sessiz çığlıkların yankılandığı yerler de vardı. Livia, kendini işte böyle bir çığlığın ortasında bulmuştu.

Gözleri hâlâ babasının ölüm döşeğini, imparatorluk vergi memurlarının hırsız bakışlarını ve evlerinin kapısına vurulan mühürü görüyordu. Bir zamanlar saygın bir tüccar ailesinin kızı olan Livia, artık sadece bir yüktü. Borçlar, iflas ve kurban seçilen genç bir kadın.

 Köle pazarının soğuk taşları, bedenini o günden beri terk etmeyen o tiksintiyle doluydu. Kulağında hâlâ köle tüccarının yağlı sesi yankılanıyordu: "Taze et! Genç, sağlıklı, hiç kullanılmamış! Pompei'nin en iyi genelevlerinden biri için biçilmiş kaftan!"

Şimdi buradaydı. Vicus Lupanar'ın dar, taş döşeli sokağında, dışarıdan gelen uğultulu şehir seslerinin içeri sızdığı, ancak içinden hiçbir sesin dışarı çıkmadığı o binanın içindeydi.

11 Haziran 2025 Çarşamba

Gölgedeki Aşk Kitabını Oku


 

Gölgedeki Aşk

 

Kayseri semalarına usulca çöken akşamın kızıl ışıkları, Pervane Medresesi'nin taştan avlusunu son bir kez okşuyordu. Taş işçiliğinin her bir detayında Selçuklu nakkaşlarının duası gizliydi sanki; mihraplardaki geometrik desenler, kubbelere uzanan çini motifleri, her biri bir hikaye fısıldıyordu sessizce.

Genç Mihrişah, avludaki çeşmenin serin mermerine sırtını yaslamış, elindeki ceylan derisine yazılmış İbn-i Sina'nın El-Kanun fi't-Tıb'ının sayfalarına gömülmüştü. Babası, döneminin en saygın alimlerinden biri olan Üstad Nizamüddin'in derslerinin yankısı hâlâ duvarlarda asılıydı.

Mihrişah, sadece güzelliğiyle değil, ilme olan derin tutkusu ve keskin zekasıyla da adından söz ettiriyordu. Diğer soylu kızların ipek kumaşlar, gümüş takılar ya da saray dedikodularıyla meşgul olduğu bir çağda, o, parşömenlerin kokusunda ve kadim bilginin derinliklerinde kaybolmayı yeğliyordu. İçinde tarifsiz bir arayış, dünyayı sadece sarayın duvarları arasından değil, bilginin ışığıyla görmek isteyen bir ruh taşıyordu.

2 Haziran 2025 Pazartesi

Aşkın Son Perdesi Kitabını Online Oku

 




Aşkın Son Perdesi

 

 

Evin içinde hafif bir müzik sesi yankılanıyordu. Yıllardır süren evlilikleri, sıradan bir akşam yemeğiyle devam ediyordu.

Cem gözlerini masadaki şarap kadehine dikti. "Bugün garip bir gündü."

Leyla hafifçe gülümsedi. "Garip mi? Neden?"

Cem hafifçe iç çekti. "Bir şeyler değişiyor gibi hissediyorum."

Leyla kaşlarını çatarak ona baktı. "Ne gibi?"

Cem başını hafifçe eğerek sessizleşti. Bazen değişimler fark edilmez. Ama hissettirilir.

Leyla mutfağa geçtiğinde, telefonuna düşen mesajı fark etti. Bilinmeyen bir numara, kısa ve net bir cümle bırakmıştı:

"Biliyor musun? Bazı sırlar sonsuza kadar saklanmaz."

Leyla gözlerini telefona dikti. Bu mesaj, sıradan bir gecenin yönünü değiştirebilir miydi?

Leyla, telefonun ekranına bakarken içinden geçen düşünceler birbirine karışıyordu.

"Bu mesaj kimden geldi? Ne anlatmaya çalışıyor?"

Etraf sessizdi. Cem hâlâ masada şarabını yudumluyor, kendi düşüncelerine gömülmüştü.

Leyla, bir an bile tereddüt etmeden mesajı silmeyi düşündü. Ama içindeki bir ses, gerçeği öğrenmesi gerektiğini söylüyordu.

Cem başını kaldırdı. "Leyla? Bir şey mi oldu?"

Leyla hafifçe gülümsedi. "Hayır, sadece biraz dalgınım."

Cem şarabından son bir yudum alırken Leyla’nın içindeki huzursuzluğu fark etmiş miydi? Yoksa bu sadece onun endişesi miydi?

Leyla gözlerini telefon ekranına çevirdi. Silmek mi, yoksa cevap vermek mi?

Bir seçim yapmalıydı.

eyla gözlerini telefondaki mesajdan ayırmadan derin bir nefes aldı. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Cem’in gözleri hâlâ şarap kadehine takılmıştı, düşüncelere dalmış gibiydi. Sessizliği bozmamak için telefonu masaya bıraktı ama zihni o tek cümleye takılı kalmıştı: "Biliyor musun? Bazı sırlar sonsuza kadar saklanmaz." Bu sözler, sıradan bir gecenin yönünü tamamen değiştirebilirdi.

Leyla, Cem’in yüzüne baktığında, onun da kafasında başka düşünceler döndüğünü fark etti. Acaba o da bir şeyler hissediyor muydu? Yoksa Leyla, kendi zihninde kurduğu şüphelerin içinde kayboluyor muydu?

"Bugün garip bir gündü," dedi Cem tekrar.

Leyla hafifçe gülümsedi. "Öyle mi? Bir şey mi oldu?"

Cem başını salladı. "Bilmiyorum. Sanki havada bir şey var… değişiyor gibi."

Leyla titreyen ellerini fark etmemeye çalışarak kadehini kaldırdı. "Belki de sadece uzun bir gün olmuştur."

Cem’in yüzündeki ifade değişti. Derin bir düşünceye dalmış gibiydi. Ama konuşmadı.

Leyla masadan kalktı ve mutfağa doğru ilerledi. Telefonunu açtı, gelen mesajı tekrar okudu. Bir karar vermeliydi: Görmezden mi gelecekti, yoksa bunun peşine mi düşecekti?

Mesajı yazan kişi kimdi? Ona gerçekten bir şeyler mi anlatmaya çalışıyordu, yoksa bu bir rastgele gönderilmiş bir mesaj mıydı? Eğer Cem’in bilmediği bir şey varsa, bu, evliliklerinin dönüm noktası olabilirdi.

Leyla telefonu hızlıca kapattı. Şimdi cevap verme zamanı değildi. Önce doğru zamanı bulmalıydı.

Cem arkadan seslendi. "Leyla? Dalıp gitmişsin yine."

Leyla, yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirerek arkasına döndü. "Hayır, sadece kafamda birkaç şey var. Biliyorsun, iş güç…"

Cem, ona dikkatlice baktı. Onun bir şeyler sakladığını hissediyor muydu? Yoksa kendi düşüncelerine fazla mı kapılıyordu?

Leyla derin bir nefes aldı. Cem’in şüphesi büyümeden önce konuyu değiştirmeliydi. "Yarın dışarı çıkalım mı? Bir değişiklik iyi olur."

Cem kadehini kaldırdı. "Evet, belki de."

Sessizlik odada yayıldı. İkisi de aslında konuşmadıkları şeyin ağırlığını hissediyordu.

Bazı gerçekler, en sessiz anlarda kendini gösterir.

Leyla, telefonun ekranına son kez baktı ve içinden geçen düşünceleri bastırmaya çalıştı. Bu mesajı yok saymak mı doğru olurdu, yoksa peşine düşmeli miydi?

Cem'in gözleri hâlâ Leyla'daydı. Bir şeyler hissediyor muydu? Yoksa sadece kendi zihninde kurduğu şüphelere mi kapılıyordu?

Leyla hafifçe dudaklarını ısırarak masaya yaklaştı. "Yarın bir yerlere gidelim mi? Biraz değişiklik iyi olur."

Cem kadehini kaldırarak gülümsedi. Ama bu gülümsemenin içinde bir şeyler eksikti. "Evet, belki de."

Sessizlik odada ağırlaştı. Bazı sessizlikler, kelimelerden daha fazla şey anlatır.

Leyla gece boyunca uyuyamadı. Zihni sürekli mesajın anlamını sorguluyordu.

"Bu sadece bir şaka mıydı? Yoksa gerçekten bir şeyler mi saklanıyordu?"

Huzursuzca yatağın içinde döndüğünde, Cem'in nefesinin ağırlaştığını fark etti. O da uyuyamıyor muydu?

"Bir şey mi var?" diye fısıldadı Cem, gözlerini açmadan.

Leyla hafifçe gülümsedi. Gerçekleri gizleyen bir gülümsemeydi bu. "Hayır, sadece uykum kaçtı."

Cem gözlerini açtı ve ona dikkatlice baktı. "Emin misin?"

Leyla başını hızla çevirdi. "Tabii ki."

Ama Cem'in gözlerinde, gizlenen şüphelerin yansımasını gördü.

Leyla, yatakta dönerken telefonuna tekrar baktı. Mesaj hâlâ oradaydı.

"Biliyor musun? Bazı sırlar sonsuza kadar saklanmaz."

Bu sözlerin ağırlığını hissetti. Bunu gerçekten görmezden gelebilir miydi?

Cem, yan tarafta nefes alıp verirken huzursuz görünüyordu. O da bir şeyler hissediyor muydu? Yoksa sadece Leyla’nın zihninde büyüyen bir şüphe miydi?

Leyla mesajı açtı, ama cevap yazmadı. Kimden geldiğini öğrenmeden bir adım atmamalıydı.

Sabah olduğunda, Cem hâlâ dalgın görünüyordu. Kahvesini yavaşça karıştırırken, gözlerini boşluğa dikmişti.

Leyla onu izlerken içinden geçen düşünceyle ürperdi. O da bir şeyler saklıyor olabilir miydi?

"Cem?" diye seslendi Leyla.

Cem başını kaldırdı. "Evet?"

"Biraz dalgın görünüyorsun."

Cem hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümsemede bir şeyler eksikti.

"Bir şey yok, sadece kafam karışık."

Leyla gözlerini kırpıştırdı. Kafasında ne vardı? Yoksa aynı şüphe, onun içinde de mi büyüyordu?

Leyla işe gitmek için hazırlanırken, telefonunu tekrar açtı. Mesajı gönderen numara hâlâ isimsizdi.

"Bunu gerçekten görmezden gelmek doğru mu?"

Bir an düşündü. Belki de bunu öğrenmeden rahat edemezdi.

Numarayı gizlice aramak mı, yoksa mesaj atmak mı?

Bunu yaparsa geri dönülmez bir yola girerdi. Ama bazı sırlar, onları görmezden geldiğinizde bile peşinizi bırakmazdı.

Leyla işe giderken kafasında dönen düşünceler onu ele geçirmişti. Mesajın anlamını çözmeli miydi? Yoksa her şeyi olduğu gibi bırakmalı mıydı?

Telefon ekranına baktı, bilinmeyen numara hâlâ oradaydı. Bir seçim yapmalıydı.

Eğer mesajı gönderen kişi gerçekten bir şeyler biliyorsa, onun sessizliği Cem’den gizlediği şeyleri açığa çıkarabilir miydi?

Leyla derin bir nefes aldı. "Bunu şimdi çözmek doğru olur mu?"

Parmakları mesajın üzerine gelmişti, bir yanıt yazmaya hazırdı. Ama son anda telefonunu kapattı.

Bazı sırlar, onları açmadan bile insanın hayatını değiştirebilirdi.

Cem ofiste, bir dosyayı incelerken zihni dağılmıştı. Leyla’daki garip huzursuzluğu fark etmişti.

"Bana söylemediği bir şey mi var?"

Düşüncelerini dağıtmak için bilgisayarını açtı, işine odaklanmak istiyordu ama aklı eve kayıyordu. Leyla son zamanlarda değişmiş miydi? Yoksa bu onun kuruntusu muydu?

Bir an duraksadı. Sadakat, bazen sessizce sınanırdı. Ve Cem artık sınandığını hissediyordu.

Leyla masasına oturduğunda, gözlerini kahve fincanına dikti. Bir karar vermesi gerekiyordu.

"O mesajı gönderen kimdi?"

Bir cevap aramak istiyordu, ama cevabın ne getireceğinden emin değildi. Bazı sırlar ortaya çıktığında, geri dönüş olmayabilir.

Telefonu tekrar açtı, numarayı ekrana getirdi. İlk harfi yazdı, ama devam edemedi.

Cem, gözlerini bilgisayar ekranına dikmişti, ama içindeki huzursuzluk ona rahat vermiyordu. Leyla’nın değiştiğini hissediyordu.

"Bir şeylerden mi kaçıyor? Yoksa gerçekten bir şeyleri gizliyor mu?"

Yan masadaki arkadaşı ona seslendi. "Bugün biraz dalgınsın, Cem."

Cem gülümsemeye çalıştı. "Sadece kafamda birkaç şey var."

Ama bu birkaç şey, onu içten içe rahatsız ediyordu.

Leyla telefonunu kapattı. Bugün doğru zaman değildi.

Ama içindeki his, bunun uzun süre böyle kalmayacağını söylüyordu.

O gece, Cem’in bakışlarında bir şey fark etti. Bir şeyler soracak gibiydi.

Leyla sessizce nefes aldı. Konuşmasını bekledi.

Ama Cem sadece gözlerini kaçırdı. Belki de ikisi de biliyordu.

Bazı gerçekler sessizlikte saklanır. Ama sonsuza kadar gizli kalamaz.

Leyla, o gece yatağında dönüp durdu. Telefonun ekranı tekrar açıldı, mesaj hâlâ oradaydı.

"Biliyor musun? Bazı sırlar sonsuza kadar saklanmaz."

İçindeki huzursuzluk artık onu esir almıştı. Gerçeği öğrenmek zorundaydı.

Cem’in nefes alışları düzenliydi ama uykusu hafifti. O da bir şeylerden şüpheleniyor muydu?

Leyla mesajın kaynağını çözmeliydi. Ama bunu yaparsa geri dönüş olmayacağını biliyordu.

Parmakları ekranın üzerinde gezindi. Yanıt mı vermeli, yoksa bilinmeyene adım atmaktan mı kaçınmalıydı?

Sabah olduğunda, Cem’in gözleri daha önce hiç olmadığı kadar dikkatliydi. Leyla’nın içindeki çatışmayı fark etti mi?

Kahve fincanını tuttu, bir yudum aldı. "Leyla, son zamanlarda farklısın."

Leyla gözlerini kaçırarak mutfağa yöneldi. "Sadece biraz yorgunum."

Cem’in bakışları peşini bırakmıyordu. Gerçekleri öğrenmeye çalışıyor muydu, yoksa sadece hissettikleriyle mi hareket ediyordu?

Bir şey değişiyordu. Sessizliğin içindeki çatlaklar artık fark edilmeye başlamıştı.

Leyla ofiste bilgisayarına bakarken, kafasında dönüp duran tek şey mesajdı. Bunu görmezden gelmek mümkün değildi artık.

Telefonu eline aldı. Numarayı araştırmalı mıydı?

İçindeki dürtü onu zorladı. Gerçeği öğrenmeye bir adım daha yaklaştı.

Mesajı gönderen kişi kimdi? Ve ona ne anlatmaya çalışıyordu?

Bazı sırlar sonsuza kadar saklanmazdı. Ama doğru zamanda öğrenilmeliydi.

Leyla, gözlerini bilgisayar ekranına dikti, ama zihni mesajın ağırlığından kurtulamıyordu. Kimdi bu kişi? Ne anlatmaya çalışıyordu?

Saatine baktı. Günün yarısı geçmişti, ama hissettiği huzursuzluk hiç azalmamıştı.

"Bu soruyu görmezden gelirsem geçer mi?"

Ama içindeki ses biliyordu: Bazı sorular cevapsız kalmaz.

Leyla, parmaklarını telefon ekranında gezdirdi. Mesajı gönderen numarayı aramalı mıydı?

Bir an tereddüt etti. Ama sonra hızlıca telefonunu masaya bıraktı. Hayır, şimdi değil.

Cem, akşam eve geldiğinde Leyla'nın bakışları değişmişti. İçinde bir şeyler saklıyordu.

"Ne saklıyor?"

Cem usulca mutfağa geçti, ama gözleri hâlâ Leyla’daydı. Huzursuzluk iki tarafa da bulaşmıştı artık.

Leyla bir şey söylemek ister gibiydi, ama dilinin ucuna gelen kelimeleri bastırıyordu. Belki korkuyordu. Belki de daha fazla şüphe uyandırmak istemiyordu.

Cem, kahvesinden bir yudum aldı. Sessizlik onları daha da derinlere çekiyordu.

Leyla gece yatakta dönerken, Cem’in gözlerini ona diktiğini fark etti. Uyumuyordu.

Leyla sessizce yorganı düzeltti. Ama Cem’in sesi bir anda geceyi böldü.

"Leyla."

Leyla ürperdi. Şimdi ne soracaktı?

"Gerçekler sonunda gün yüzüne çıkacak mı?"

Leyla yatağında dönerken Cem’in sessiz bakışları üzerine kilitlendi. Gece, artık sırların gölgesinde ağırlaşmıştı.

"Leyla."

Leyla gözlerini açtı. Cem’in sesi, beklediği yüzleşmenin başlangıcıydı.

Cem derin bir nefes aldı. "Bir şeyler değişti, farkında mısın?"

Leyla başını kaldırdı. Saklayacak bir şey kalmamış mıydı artık?

"Bazı sırlar saklanamaz."


📖 Hikayeye Devam Et

Aşkın Son Perdesi Bölüm 2 Online Oku. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

➡️ Aşkın Son Perdesi Bölüm 2 Online Oku

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yeni Yazdığım Romanlar (103) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)