Gölgedeki Aşk
Kayseri
semalarına usulca çöken akşamın kızıl ışıkları, Pervane
Medresesi'nin taştan avlusunu
son bir kez okşuyordu. Taş işçiliğinin her bir detayında Selçuklu nakkaşlarının
duası gizliydi sanki; mihraplardaki geometrik desenler, kubbelere uzanan çini
motifleri, her biri bir hikaye fısıldıyordu sessizce.
Genç Mihrişah, avludaki
çeşmenin serin mermerine sırtını yaslamış, elindeki ceylan derisine yazılmış İbn-i Sina'nın
El-Kanun fi't-Tıb'ının sayfalarına gömülmüştü. Babası, döneminin en saygın alimlerinden
biri olan Üstad Nizamüddin'in derslerinin yankısı hâlâ duvarlarda asılıydı.
Mihrişah, sadece
güzelliğiyle değil, ilme olan derin tutkusu ve keskin zekasıyla da adından söz
ettiriyordu. Diğer soylu kızların ipek kumaşlar, gümüş takılar ya da saray
dedikodularıyla meşgul olduğu bir çağda, o, parşömenlerin kokusunda ve kadim
bilginin derinliklerinde kaybolmayı yeğliyordu. İçinde tarifsiz bir arayış,
dünyayı sadece sarayın duvarları arasından değil, bilginin ışığıyla görmek
isteyen bir ruh taşıyordu.